menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Boş muhabbet tez ayrılık getirir

15 0
31.12.2023

Şu cümle neden böyle kuruluyor:

“Bir etnik grup olarak Lazlara bakıldığında otokton olarak var oldukları coğrafyanın iki ulus-devletin sınırları içinde olduğu görülmektedir.”

… da şöyle kurulmuyor:

“Lazların anayurdu iki ulus-devlet arasında bölünmüştür.”

Ya da şöyle:

“Lazların anayurdu iki ulus-devletin topraklarına yayılır.”

Dört ‘olmak‘lı cümlede anlatılan basit gerçek bundan başka bir şey değil ki.

Bir örnek daha:

“Lazona adlandırılması Lazistan’a göre çok daha yenidir. Dilin canlanmasına, yok olmamasına dair hamleler yapılmaya başlandığında, Laz kimliğine dair ilk uyanışların filizlendiği 1990’larda yerel adlandırmalar noktasında Lazistan’ın karşısında Lazona terim olarak ortaya çıkarılmıştır.”

İlk cümledeki ‘adlandırılması‘ yanlış, ‘adlandırması‘ olmalı. Gelelim ikinci cümleye. İki ‘olmak‘ var, Tayyip’in kulaklarını çınlatan ‘noktasında‘ var, iki de ‘dair‘ var. Uyanış filizlenir mi? İkinci uyanış da mı var? Çöp dolu bu cümle. Neden şu basit gerçek şu sadelikte söylenmemiş:

“Lazona adlandırması Lazistan’a göre çok daha yenidir. Laz kimliğinde uyanışların, Lazcayı canlandırma hamlelerinin başladığı 1990’larda Lazistan yerine Lazona terimi ortaya atıldı.”

Bu cümleler neden böyle? Bilime böyle cümlelerin yakıştığı düşünülüyor da ondan. Böyle cümleler, yazarın ele aldığı konuyu enine boyuna, derin derin düşündüğünü, entelektüel olduğunu gösteriyor sanılıyor da ondan. Bu cümleleri Özlem Şendeniz’in Kimdir Bu Lazlar? Laz Kimliği ve Sanal Mekânda Lazca‘ kitabından aldım. Bu çalışma, aslında, Şendeniz’in tezi (herhalde doktora tezi, ama emin değilim, söylemiyor çünkü). İletişim Yayınları bu tezi kitap diye basmış.

Benzer cümlelere başka akademik metinlerde ya da akademisyenlerin makalelerinde daha önce de epey rastladım, keşke bir kenarda biriktirseymişim, daha bol kaynaktan örnekler verebilirdim o zaman size. Şendeniz’in kitabı bu örneklerle dolu.

Bir yanlış anlama var sanki yazma ve bilim yapma konusunda. Bilimsellik öncelikle araştırma yöntemiyle, yaklaşımla ilgilidir, düşünmekle olur yani, üslupla, edayla, yazma canbazlıklarıyla değil. Evet, bilimsel yazı hangi bilginin, hangi yorumun, hangi kavramın neye, kime, nereye dayandığını vermek zorundadır, bu da başka metinlerde elzem olmayan bir disiplin gerektirir, ama işte o kadar. Mesele, vardığınız sonuçları mümkün olan en anlaşılır, mümkünse güzel bir dille aktarmaktır.

Bazan bu dil o kadar da basit olmayabilir, gündelik hayatta kullanmadığımız, hatta daha önce duymadığımız kavramlar barındırabilir, bu kavramlarla daha önce duymadığımız, bilmediğimiz düşünceler anlatılıyor olabilir. Donanımımız yeterli değilse anlamayabiliriz bu metinleri, zorlanabiliriz, ama o metin yine de sade olmak zorundadır – basit değil ama sade.

Matematiksel bir ifadeyi de anlamayabiliriz, ama emin olun o ifade sadedir, basit değildir, karmaşıktır ama karışık değildir, sadedir. Matematik diline, o ifadenin diline gereksiz laflar (terimler, rakamlar, işaretler) sokarsanız bir matematikçiye de hiçbir şey anlatamazsınız. Daha doğrusu, bir matematikçi o ifadenin yanlış olduğunu anlar, eksik ya da fazla herhangi bir işaret ifadeyi yanlış kılar. Sadelik esastır.

E işte, yazı da aslında böyledir; evet daha çok laf kaldırır bir metin, ama bunun da bir ölçüsü, bir istiab haddi vardır, aşarsanız kimse bir şey anlamaz. Şendeniz’in kitabı böyle. Neredeyse hiç sade cümlesi yok, bir okunuşta şıp diye anlaşılan. Yetmezmiş gibi, bir de uzun cümlelerle yazmaya düşkün. Kitabın başında, Teşekkür bölümünün son cümlesi ilk işareti vermişti bana:

“Tezimi Lazca dilini anadil olarak öğrenen, kendini Lazca hızlı ifade eden ve fakat Türkçeyi daha yavaş ve temkinli kullanan, ben bu satırları yazarken kanser tedavisi gören anneannem Huri Hindistan’a ve Lazca ile evlendikten sonra karşılaşan -çocukluğumda Lazca ile ilk karşılaştığı ‘o’ ânı anlatarak Lazca’nın başka bir dil olduğu bilgisini ötekinin gözünden aktaran- babaannem Ulviye Şendeniz’e ithaf ediyorum.”

Tabii ‘anadil‘ değil, ‘anadili‘ olacak, aksi takdirde, mesela bir ülkedeki en yaygın dil anlamına gelir (lingua franca karşılığı), bunu anlatmak istemiyoruz halbuki, değil mi? ‘Lazcanın‘ derken de apostrofla ayırmaya gerek yok, zaten Şendeniz de ‘Türkçeyi‘ derken ayırmamış. Bu dediklerim işin kolay tarafı. Çirkin, ahenksiz bir cümle bu, yine de gramer olarak doğrudur belki (siz bir bakın), ama doğru olmasının ne........

© Diken


Get it on Google Play