Bugün 3 Mart 2024 halifeliğin kaldırılışının, tarihin derinliklerine gönderilişinin 100. yılıdır. Milli Mücadele’nin en büyük devrimidir. Kısa bir durum değerlendirmesi yapalım.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince o günün sömürge devletleri Anadolu ve Trakya’yı paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Güney kıyıları İtalyan ve Fransız askerleri tarafından işgal edildi. Batı Anadolu; İzmir, Bursa ve Eskişehir’e kadar sömürge devletlerinin planları, destek ve yardımlarıyla Yunan askeri birlikleri tarafından işgal edildi. Yunan ordusu, emperyalist devletler tarafından taşeron olarak kullanılıyordu.

Dört yıla yakın süren Milli Mücadele 5 Eylül 1922’de zaferle sonuçlandı. Emperyalist devletler yenilgiye uğramışlardı. Sömürgeci devletlerin Anadolu’yu parçalama ve bölüşme planları yırtılıp atılmıştı. Kuşkusuz Milli Mücadele’nin başarısı, emperyalizmin yenilgiye uğraması dünya tarihinde ilk kez gerçekleşiyordu.

Milli Mücadele’nin aşama aşama hedefine ulaşması, Lozan Barış Antlaşması’nda Kuvayı Milliyecilerin süper güçleri geriletmesi çok büyük bir dönüşümün başlamasına kaynaklık etti.

9 Eylül 1922 ile 3 Mart 1924 arasındaki zaman dilimi bir buçuk yıldır. Bu bir buçuk yılda üç büyük devrim gerçekleşti. Birinci devrim, saltanat tacı ile ilgilidir. Padişahlık kurumu “ilga edildi” (kaldırıldı). Padişahın saltanat tacı onun başından alınıp halka verildi. Bu durum, 9 Eylül 1922 zaferinden sadece 52 gün sonra, 1 Kasım 1922’de gerçekleşti.

İkinci devrim, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıdır. 9 Eylül 1922 zaferinden 1 yıl 50 gün sonra gerçekleşmiştir. Cumhuriyetin ilan edilmesi başlı başına büyük bir devrimdir.

Üçüncü devrim, 3 Mart 1924’te kabul edilen üç kanundur ki Cumhuriyetin ilanından yaklaşık 4 ay sonra gerçekleşmiştir:

Bu kanunlarla,

İşte bugün bu büyük devrimin 100. yıldönümüdür. Cumhuriyet kazanımlarının ve Türklerin en büyük devrimidir.

NASIL GERÇEKLEŞTİ?

1 Kasım 1922’de padişahlık kaldırılmış ancak halifelik korunmuştu. Osmanlı soyunun en yaşlı üyesi Abdülmecit, Meclis tarafından halife olarak seçilmişti.

Halifeliğin korunması, kimi din adamlarını harekete geçirmişti. Milli Mücadele karşıtı “Teali-i İslam Cemiyeti” başkanı İskilipli Atıf Hoca, İslam Yolu adlı kitabında halifeliğin koşullarını ayrıntılarıyla anlatıyor ve halifenin “Peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu, dolayısıyla din işleri yanında dünya işlerine de bakması gerektiğini savunarak şunları söylüyordu: “Halife, Peygamber Efendimizin vekili olup, halkın dini ve dünya işlerine bakan ve onu idare eden umum (genel) reistir.”

İskilipli Atıf Hoca’yı Afyon Milletvekili İsmail Şükrü Hoca (Çelikalay) izledi. Şükrü Hoca, Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi adlı kitabında “Halife Meclis’in, Meclis Halifenin” sloganını işleyerek ve “Yasama ve yürütme işlerini, halifemizin taşıması yani devlet işlerinin ve devletin geleceğinin halifenin onayına sunulması zorunludur ve şeriatın gereğidir” diyerek halifeyi devlet başkanı, Meclis’i de onun bir danışma kurulu kabul ediyordu.

ADALET BAKANI SEYİT BEY’İN KONUŞMASI

Meclis’te halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili yasa görüşülürken Adalet Bakanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Seyit Bey, çok önemli bir konuşma yaptı.

Halifelik kurumunun gelişme aşamalarını irdelediği konuşmasında, Hz. Peygamber’in bir hadisini okudu. Hadiste şöyle deniyordu: “Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner.” Bu hadisin okunmasından sonra Seyit Bey, halifeliğin şeriat açısından niteliklerini de sergileyen açıklamalarda bulundu. Seyit Bey, fıkıh kitaplarında “İmamın, peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten olması” gerektiğinin yazıldığını da sözlerine ekledi. Sonunda Meclis hilafetin kaldırılması kararını verdi.

Hilafetin kaldırılışı çok büyük bir devrimdi. Tüm dünyada büyük yankılar yaratmıştı.

Osmanlı Devleti’nde halifelik, sadece dinsel değil, dünyasal, günlük yaşam ve devlet işleriyle ilgili bir makamdı. Halife, İslamda “devlet başkanı” demekti. Kurtuluş Savaşı’nda, işgalcilere ve emperyalistlere hizmet etmiş olan bu ortaçağ kurumu, Cumhuriyet adı verilen çağdaş yönetim sistemiyle birlikte olabilir miydi?

Yine Meclis tarafından kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile eğitim, şeriat kurallarının pençesinden kurtarılıyor, çağdaşlaştırılıyordu. Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı Devleti’ndeki eğitim ikiliğine son veriliyordu. Dinsel konuları ve şeriatı temel alan eğitim yerine, eleştirel aklı öne çıkaran, çağdaş eğitim hedefleniyordu. İşte bu nedenlerle bu üç yasa, laik Cumhuriyetin kuruluşunun en önemli üç temel yasasıdır. İşte bu nedenle 3 Mart 1924 çok önemlidir.

Bu yasalar ile Türk toplumu ortaçağ karanlığından kurtulmak için çağdaşlaşma yolunda ileri adımlar atıyordu. Bu üç temel yasadan sonra devrimler ve dönüşümler birbirini izledi. Ortadoğu ve İslam coğrafyasında Türk Aydınlanması gerçekleştirildi. Atatürk’ün önderliğinde, Türk Aydınlanması laik ilkelere dayalı, birbirini tamamlayan devrimlerle yürütülmüş, devletin, hukukun, kültürün ve eğitimin laikleşmesi sağlanmıştır. Bu yasalarla, din devleti, şeriat devleti yıkılıyordu.

Atatürk, 1 Mart 1924’te Meclis’i açış konuşmasında, olabilecekleri haber vermişti. Atatürk şöyle diyordu: “İslam dinini, asırlardan beri alışılageldiği şekilde, bir politika aracı konumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini görüyoruz. Kutsal ve dini inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, her türlü çıkar ve ihtiraslara giriş sahnesi olan politikalar ve politikanın bütün kısımlarından bir an önce kesin biçimde kurtarmak zorunludur. Ancak bu suretle İslam dininin yüksekliği belirir.” (TBMM Tutanak, Devre II, Cilt VII, s. 3-6)

Atatürk’e halife olması için çeşitli yollardan baskı yapılıyordu. Meclis üyesi din bilginlerinden Antalya Milletvekili Rasih Hoca, Kızılay kurulu adına görevli olarak Hindistan ve Mısır’a gitmiş ve bu uzun gezisinden yeni dönmüştü. Rasih Hoca, gittiği ülkelerde Müslüman halkın, Atatürk’ün halife olmasını istediğini ve bu isteğin Atatürk’e ulaştırılması için kendisini de vekil tayin ettiklerini Atatürk’e bildirdi. Bu biçimdeki öneriler yurtiçinden ve Atatürk’ün eski arkadaşlarından da ısrarla geliyordu.

Atatürk, bu öneriye verdiği yanıtta, başka başka devlet yönetimlerinin olduğunu ve bu yönetimlerin altında yaşayan Müslüman halkın, halifenin buyruklarını ve yasaklarını nasıl yerine getirebileceğini sordu.

Atatürk kendisine önerilen, halifeliği kabul etmeyişinin gerekçelerini Nutuk’ta şöyle açıklamıştır: “Bütün Müslümanların bağlı olacağı bir halifelik makamının yönetme imkânı olamayacağını düşünüyorum. İran ve Afganistan gibi Müslüman devletler halifenin herhangi bir yetkisini tanımayacaklar çünkü böyle bir tanıma o devletlerin bağımsızlıkları ve ulusal egemenlikleriyle bağdaşmayacaktır.”

Ayrıca Atatürk, sömürü yönetimi altında bulunan Müslüman ülkelerle ilgili olarak şöyle diyordu:

“Türkiye’deki bir halife, sömürge altındaki öteki Müslüman ülkelerin bağımsızlığa kavuşmasında ne derece etkili olabilir?” Atatürk, sömürge altında yaşayan Müslüman ülkelerin bağımsızlığa kavuşmasına, Türkiye’deki bir halifenin gücünün yetmeyeceğine de dikkati çekmiştir.

Atatürk, “kendimizi dünyanın egemeni sanmak gibi düşüncelerin, Türk ulusunu felaketlere sürüklediğini” belirtmiş ve dünyada artık ulusal değerlere dayanan yönetim biçimlerinin geçerli olduğuna işaret etmiştir.

Ülkemiz, 14 Mayıs 1950’de çok partili sisteme geçtikten sonra, ne yazık ki bu üç devrim yasası sürekli saldırı altında kalmıştır. Son yıllarda, bu saldırı daha da artmış, hatta emperyalist güçlerin bir oyun sahasına dönüşmüştür.

Çok partili sisteme geçtiğimiz günden bugüne sağcı iktidarların, ilk iş olarak neden Milli Eğitim Bakanlığı’nı üstlenmek istedikleri, dinin siyasete alet edilerek kullanılmasına yarayacak dinci politikaları öne çıkarmak amacıyla bu üç temel yasayı törpülemek ve delmek için neden gayret gösterdikleri açıktır. Alabildiğine çoğaltılan Kuran kursları, alabildiğine çoğaltılan imam hatip liseleri, alabildiğine çoğaltılan vakıf okulları, 1980 askeri dikta rejiminin kurucusu Kenan Evren ve arkadaşlarının koruması ve kollaması sonucu, çıkardığı yasa ile imam hatip liselerine 1983 yılında üniversitelerin her bölümüne girme hakkının tanınması...

İşte Devrim Yasalarını törpüleyen adımlar... Bugün AKP’nin de yapmak istediği, imam hatip okullarının alanlarının genişletilmesi ve kendi eğitim alanlarının dışına taşmasını sağlamaktır. Her gelen sağcı iktidar bu üç temel yasadan özellikle “Öğretim Birliği Yasası”nı delmek üzerinde çalışmıştır.

Bugün Türkiye’de 1 milyonu aşan öğrenci imam hatip ortaokulu ve lisesinde okumaktadır.

Bu yasaların kabul edilmesinin Türk siyasal ve toplumsal yaşamındaki etkilerini Atatürk, Söylev’de şöyle belirtmiştir:

“Bu yasalarla:

a) Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın işleriyle ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptandı; Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı.

b) Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı.

c) Halifeliğe son verildi ve halifelik sorunu kaldırıldı.”

Atatürk, halifeliğin kaldırılışı kadar öğretim birliğinin kurulmasına da çok önem vermiştir. Bu nedenle bu yasanın uygulanmasına geçildiğinde, bir yurt gezisinde Rize’de kendisinin önüne çıkarak medreselerin yeniden açılmasını isteyen iki müftüye Atatürk şöyle yanıt verdi: “Şimdiye kadar geri kalmamızda en büyük etkenin ne olduğunu biliyor musunuz? Hayır, medreseler açılmayacaktır. Bu adamlar burasını İran gibi mi yapmak istiyorlar?” (Belleten, 18.9.1924, 211, s.1169)

Meclis’in içine kadar uzanan bu tartışmalar, Mustafa Kemal Atatürk’ü rahatsız ediyordu. O sırada, Lozan’da görüşmelerde bulunan İsmet İnönü’ye 26 Aralık 1923 tarihinde gönderdiği mektupta bu kişileri “mürteci” (gerici) olarak niteliyordu:

“Sağlığım iyidir. Meclis’te bazı cereyanlara karşı daima uyanık ve izleyici bulunmak mecburiyeti beni çok üzüyor. (...) Halifeye saltanat hukuku vermek hevesinde bulunan mürtecilerin için için girişimleri beni çok sinirlendiriyor.” (ABE, C.14, s.201)

Atatürk 23 Ocak 1924 tarihinde Başbakan İnönü’ye gönderdiği telgrafta ise konu ile ilgili olarak şöyle diyordu:

“... Halife ve bütün dünya kesin olarak bilmelidir ki var olan ve korunan halife ve halifelik makamının gerçekte ne dinen ne de siyaseten hiçbir mana ve varlık nedeni yoktur...

Türkiye Cumhuriyeti, safsatalarla, varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye atamaz... Hilafet makamı, bizce en sonunda tarihsel bir hatıra olmaktan fazla bir öneme sahip olamaz.” (ABE, C.16, s.190)

Sonunda 3 Mart 1924’te halifeliği kaldıran yasa tasarısı Meclis’e geldi. Yasanın gerekçesinde, “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde halifelik makamının bulunmasının Türkiye’yi iç ve dış siyasette iki ‘başlı’ olmaktan kurtaramadığı” belirtilmişti. Türkiye’nin “açık ya da gizli” böylesi bir ortaklığa tahammülü olmadığına ve imparatorluğu çöküntüye sürüklemiş bir hanedanın “halifelik elbisesi” altında güçlerini devam ettirmesinin ülke için artık bir tehlike doğurduğuna işaret edilmişti. Ayrıca, halifeliğin aslında İslamın ilk dönemlerinde “hükümet” anlamında kurulduğu, günümüzde dünya ve din işlerinin tümünü yüklenmiş olan hükümetlerin yanında ayrı bir halifelik makamının yeri olmadığı vurgulanmıştı. Bu yasalar üzerindeki görüşmeler ve tartışmalar Meclis’te beş saate yakın sürdü.

Süper güçler Türkiye’de halkın dinsel dogmalara sarılmasını isterler. Halkın eleştirel akıldan uzaklaşmasını isterler. Türkiye’de halifeliğin tekrar kurulmasını isterler. Çünkü tek adamı ele geçirmek her zaman daha kolaydır.

FETÖ hareketinin en üst düzeyde seyrettiği 2010’lu yıllardan bir örnek verelim.

27 Şubat 2010’da Washington’da “Yeni Türkiye; ABD için anlamı” başlıklı bir toplantı düzenlenmişti. Bir zamanlar Türkiye’de CIA şefliği daha sonra CIA Ulusal İstihbarat Dairesi başkan yardımcılığı yapan ve daima FETÖ’nün koruyuculuğunu yapmış olan Graham Fuller bu toplantıyı yönetiyordu. Fuller, sözü Atatürk’e getiriyor ve “Atatürk’ün Müslüman kimliğini bastırdığını” ve “Halifeliğin kaldırılışının hata olduğunu” söylüyordu. Fuller adeta Müslüman olmuştu. Müslümanlık adına konuşuyor, Atatürk’e karşı çıkıyor, hilafetin neden kaldırıldığını sorguluyordu.

Hilafet kurumu 1924 yılında kaldırılırken buna, o günün emperyalist devleti İngiltere karşı çıkmıştı. Türkiye’de dine dayalı isyanları örgütlemiş ve desteklemişti. Türkiye’nin çok partili sisteme geçtiği 1950’den beri de halifelik kurumunu yeni süper güç ABD destekliyor.

Yukarıda somut olarak adını verdiğimiz CIA yetkilisi Fuller bu konuda kitaplar da yazdı.

2003’te, “Siyasal İslamın Geleceği”, 2007’de “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”, 2010’da “İslamsız Dünya”, 2014’te “Türkiye ve Arap Baharı”... Sanırsınız ki Fuller İslam için mücadele eden, İslamı koruyan bir “mücahit”. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkiye’de “ılımlı İslam” cumhuriyetini ve Türkiye’nin İslam dünyasındaki rolünü anlatıyor. Ilımlı İslam hareketini övüyor, Türkiye’nin İslamlaşmasını istiyordu.

Amaç, Türkiye’yi laiklikten uzaklaştırmak, yeniden din devleti kurallarına bağlı kılmaktır. Yeter ki Türk toplumu Atatürk’ün düşünce sisteminden uzaklaşsın, çağdaşlaşma amaçlarını bıraksın... Eleştirel aklı, sorgulamayı öne çıkaran laik eğitimden uzaklaşsın. Tekrar din devleti kurallarına dönsün. Böyle olunca başa geçecek tek halifeyi yönlendirmek çok daha kolay olacaktır.

Bu emperyalist politikalarla, ülkemizde özellikle Öğretim Birliği Yasası’nın yok edilmesi yönünde ellerinden geleni yapıyorlar. İmam hatip ortaokul ve liselerini çoğaltıyorlar. İmam hatiplerde okuyan öğrenci sayısı milyonları geçti. İlahiyat fakültelerinin sayısı 110’lara ulaştı. Açıkça belirtmeliyiz ki özellikle AKP döneminde Öğretim Birliği Yasası delinmiştir. Bugünlerde halifelik konusunda da istekler vardır. Türk toplumunu kutuplaştırmak için süper güçlerin daha etkin harekete geçtiği anlaşılıyor.

Büyük bir kavga var. Bu kavga, karşıdevrimcilerin 3 Mart 1924 Devrim Yasalarına karşı kavgasıdır. Oysa bu Devrim Yasaları yalnız çağdaş toplum için değil, gerçek bir demokrasi için de gereklidir.

Her şeye rağmen Türk toplumu Atatürk ve devrimlerinden kopmayacaktır. Din devleti isteyen süper güçler ve onların yardakçıları başarılı olamayacaktır.

Türk halkı Atatürk’ün Aydınlanma Devrimlerinden ve ilkelerinden kopmayacaktır.

QOSHE - Halifeliğin Kaldırılışı - Din Devletinin Yıkılışı - Alev Coşkun
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Halifeliğin Kaldırılışı - Din Devletinin Yıkılışı

84 101
03.03.2024

Bugün 3 Mart 2024 halifeliğin kaldırılışının, tarihin derinliklerine gönderilişinin 100. yılıdır. Milli Mücadele’nin en büyük devrimidir. Kısa bir durum değerlendirmesi yapalım.

I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenilince o günün sömürge devletleri Anadolu ve Trakya’yı paylaşmak istediler. İngiltere, Fransa ve İtalya ortak olarak İstanbul’u işgal etti. Güney kıyıları İtalyan ve Fransız askerleri tarafından işgal edildi. Batı Anadolu; İzmir, Bursa ve Eskişehir’e kadar sömürge devletlerinin planları, destek ve yardımlarıyla Yunan askeri birlikleri tarafından işgal edildi. Yunan ordusu, emperyalist devletler tarafından taşeron olarak kullanılıyordu.

Dört yıla yakın süren Milli Mücadele 5 Eylül 1922’de zaferle sonuçlandı. Emperyalist devletler yenilgiye uğramışlardı. Sömürgeci devletlerin Anadolu’yu parçalama ve bölüşme planları yırtılıp atılmıştı. Kuşkusuz Milli Mücadele’nin başarısı, emperyalizmin yenilgiye uğraması dünya tarihinde ilk kez gerçekleşiyordu.

Milli Mücadele’nin aşama aşama hedefine ulaşması, Lozan Barış Antlaşması’nda Kuvayı Milliyecilerin süper güçleri geriletmesi çok büyük bir dönüşümün başlamasına kaynaklık etti.

9 Eylül 1922 ile 3 Mart 1924 arasındaki zaman dilimi bir buçuk yıldır. Bu bir buçuk yılda üç büyük devrim gerçekleşti. Birinci devrim, saltanat tacı ile ilgilidir. Padişahlık kurumu “ilga edildi” (kaldırıldı). Padişahın saltanat tacı onun başından alınıp halka verildi. Bu durum, 9 Eylül 1922 zaferinden sadece 52 gün sonra, 1 Kasım 1922’de gerçekleşti.

İkinci devrim, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıdır. 9 Eylül 1922 zaferinden 1 yıl 50 gün sonra gerçekleşmiştir. Cumhuriyetin ilan edilmesi başlı başına büyük bir devrimdir.

Üçüncü devrim, 3 Mart 1924’te kabul edilen üç kanundur ki Cumhuriyetin ilanından yaklaşık 4 ay sonra gerçekleşmiştir:

Bu kanunlarla,

İşte bugün bu büyük devrimin 100. yıldönümüdür. Cumhuriyet kazanımlarının ve Türklerin en büyük devrimidir.

NASIL GERÇEKLEŞTİ?

1 Kasım 1922’de padişahlık kaldırılmış ancak halifelik korunmuştu. Osmanlı soyunun en yaşlı üyesi Abdülmecit, Meclis tarafından halife olarak seçilmişti.

Halifeliğin korunması, kimi din adamlarını harekete geçirmişti. Milli Mücadele karşıtı “Teali-i İslam Cemiyeti” başkanı İskilipli Atıf Hoca, İslam Yolu adlı kitabında halifeliğin koşullarını ayrıntılarıyla anlatıyor ve halifenin “Peygamberin vekili ve halkın padişahı” olduğunu, dolayısıyla din işleri yanında dünya işlerine de bakması gerektiğini savunarak şunları söylüyordu: “Halife, Peygamber Efendimizin vekili olup, halkın dini ve dünya işlerine bakan ve onu idare eden umum (genel) reistir.”

İskilipli Atıf Hoca’yı Afyon Milletvekili İsmail Şükrü Hoca (Çelikalay) izledi. Şükrü Hoca, Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi adlı kitabında “Halife Meclis’in, Meclis Halifenin” sloganını işleyerek ve “Yasama ve yürütme işlerini, halifemizin taşıması yani devlet işlerinin ve devletin geleceğinin halifenin onayına sunulması zorunludur ve şeriatın gereğidir” diyerek halifeyi devlet başkanı, Meclis’i de onun bir danışma kurulu kabul ediyordu.

ADALET BAKANI SEYİT BEY’İN KONUŞMASI

Meclis’te halifeliğin kaldırılmasıyla ilgili yasa görüşülürken Adalet Bakanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Seyit Bey, çok önemli bir konuşma yaptı.

Halifelik kurumunun gelişme aşamalarını irdelediği konuşmasında, Hz. Peygamber’in bir hadisini okudu. Hadiste şöyle deniyordu: “Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner.” Bu hadisin okunmasından sonra Seyit Bey, halifeliğin şeriat açısından niteliklerini de sergileyen açıklamalarda bulundu. Seyit Bey, fıkıh kitaplarında “İmamın, peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten olması” gerektiğinin yazıldığını da sözlerine ekledi. Sonunda Meclis hilafetin kaldırılması kararını verdi.

Hilafetin kaldırılışı çok büyük bir devrimdi. Tüm dünyada büyük yankılar yaratmıştı.

Osmanlı Devleti’nde halifelik, sadece dinsel değil, dünyasal, günlük yaşam ve devlet işleriyle ilgili bir makamdı. Halife, İslamda “devlet başkanı” demekti. Kurtuluş Savaşı’nda, işgalcilere ve emperyalistlere hizmet etmiş olan bu ortaçağ kurumu, Cumhuriyet adı verilen çağdaş yönetim sistemiyle birlikte olabilir miydi?

Yine Meclis tarafından kabul edilen Tevhidi Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile eğitim, şeriat kurallarının pençesinden kurtarılıyor, çağdaşlaştırılıyordu. Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı Devleti’ndeki eğitim ikiliğine son veriliyordu. Dinsel konuları ve şeriatı temel alan eğitim yerine, eleştirel aklı öne çıkaran, çağdaş eğitim hedefleniyordu. İşte bu nedenlerle bu üç yasa, laik Cumhuriyetin kuruluşunun en önemli üç temel yasasıdır. İşte bu nedenle 3 Mart 1924 çok önemlidir.

Bu yasalar ile Türk toplumu ortaçağ karanlığından kurtulmak için çağdaşlaşma yolunda ileri adımlar atıyordu. Bu üç........

© Cumhuriyet


Get it on Google Play