menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Suriye’de hiç kimse eski IŞİD mensuplarına güvenmek istemiyor”

17 18
yesterday

Suriye’de çatışmaların zaman zaman yeniden tırmandığı, azınlıkların hedef alındığı ve bölgesel aktörlerin sahadaki etkisini artırdığı bir dönemde, Almanya merkezli Gesellschaft für bedrohte Völker (Tehdit Altındaki Halklar Derneği) Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklar ile Ulusal Topluluklardan Sorumlu Danışmanı Dr. Kamal Sido ile Suriye’deki güncel durumu konuştuk.

Halep’te Kürt mahallelerine yönelik saldırılardan Suriye Demokratik Güçleri (SDG)-Şam anlaşmasına, Türkiye’nin rolünden ABD ve İsrail’in pozisyonuna kadar pek çok başlığı değerlendiren Sido, “Şam ile SDG arasında yapılacak herhangi bir anlaşma mutlaka uluslararası garantilerle güvence altına alınmalıdır. Bu garantiler ABD, İsrail ve Türkiye tarafından sağlanabilir; ancak Türkiye’nin şart dikte etmesine izin verilmemelidir,” dedi.

Suriye’nin geleceğinin ancak azınlıkların güvence altına alındığı, ademimerkeziyetçi ve uluslararası garantilere dayalı siyasal bir yapı ile mümkün olabileceğini vurgulayan Sido, aksi hâlde ülkeyi daha fazla savaş ve kaosun beklediğini söyledi.

Suriye’de sahadaki mevcut durumu nasıl tanımlarsınız? Son olarak, Halep’in Kürt mahallelerinde SDG ile Suriye ordusu arasında 22 Aralık gecesi çatışmalar yaşandığına dair haberler okuduk. Aynı zamanda, Suriye ordusunun azınlıkları hedef alan saldırılarının da sürdüğü belirtiliyor. Bu genel tabloyu nasıl yorumlamak gerekir?

Evet, Halep’te ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı bir bölgeye, Şam’daki İslamcı rejime bağlı milisler tarafından saldırılar düzenlendi. Bu saldırılarda insanlar hayatını kaybetti ve yaralandı. Alman medyasının –yalnızca Alman medyasının da değil– Şam’daki rejimin söylemini benimseyerek, SDG’nin Halep’te bir hastaneye saldırdığını iddia etmesi kabul edilemez. Bunlar Şam rejimi tarafından yayılan yalanlar ve bu yalanları tekrarlayan her medya kuruluşu, rejimin işlediği suçlara ortak oluyor.

Geçmişte de bu medya organları, Şam rejiminin Alevilere ve Dürzilere yönelik saldırıları sırasında rejimin yalanlarını yayarak benzer biçimde suç ortaklığı yapmıştı. Şam’daki rejim büyük ölçüde Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kontrolü altında ve onun talimatları olmadan hareket edemez. Bu nedenle Erdoğan’ın Araplar ile Kürtler arasında bir savaşı kışkırtmak istediğinden şüpheleniyorum.

Türkiye, Suriye’de sorunun bir parçasıdır. Suriye’nin iç işlerine bu denli müdahale etmeye devam ettiği sürece, ülkede barış ve istikrarın sağlanması mümkün olmayacaktır.

Son dönemde dikkat çeken bir başka gelişme de, çatışmayla aynı gün, Türkiye heyetinin Şam’a gerçekleştirdiği ziyaret oldu. Bu ziyaret, SDG ile Şam arasında 10 Mart’ta imzalanan anlaşma bağlamında nasıl değerlendirilmeli?

Daha önce de vurguladığım gibi, Türkiye çözümün değil sorunun bir parçası. İran gibi Türkiye’nin de Suriye’den çekilmesi gerekiyor. Uluslararası toplum ve Suriye halkı bunun gerçekleşmesini sağlamalı. Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisi ya tamamen ortadan kaldırılmalı ya da en azından ciddi biçimde sınırlandırılmalı. Komşu bir ülke olarak Türkiye istikrarın sağlanmasına katkı sunabilir; ancak bunu, bir grubu diğerine karşı kışkırtarak yapmamalı. Şam’a Türkiye’den gelen heyeti de yalnızca bu çerçevede görüyorum.

Ziyaretin ardından Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, SDG’nin siyasi çözüm konusunda isteksiz davrandığını söylerken; Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, SDG’den olumlu bir yanıt aldıklarını ifade etti. Sizce bu söylem farkı neye işaret ediyor?

Bu çelişki, hem Türkiye’nin hem de Suriye’deki İslamcı rejimin dışişleri bakanlarının yalan söylediğini gösteriyor. Ne Türkiye’nin ne de rejimin barışçıl bir çözüme dair gerçek bir niyeti var. Her iki tarafın da peşinde olduğu tek hedef, Suriye’de radikal İslamcıları güçlendirmek. Bu durum SDG açısından kabul edilemez. Aynı şekilde Kürtlerin, Alevilerin, Dürzilerin ve Hıristiyanların büyük çoğunluğu ile çok sayıda Arap Sünni için de kabul edilemez bir tablo söz konusu.

Ne yazık ki bu yaklaşım Almanya ve Katar gibi güçlü devletler tarafından da destekleniyor. Ayrıca Trump yönetimi içinde, Türkiye’ye atanan ABD büyükelçisi ve Suriye temsilcisi Tom Barrack da dâhil olmak üzere, çok sayıda iş insanı ve gayrimenkul yatırımcısı bu tutumu destekleyenler arasında yer alıyor.

Geçtiğimiz hafta Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından “Suriye Sezar yaptırımlarından kurtuldu” notuyla paylaşılan bir görselde, ilk kez Golan Tepeleri’nin Suriye haritası dışında bırakılması dikkat çekti. Bu durum, Suriye-İsrail müzakerelerinin mevcut aşaması hakkında neye işaret ediyor?

Bu bilginin ne kadar doğru olduğunu söyleyemem. Ancak şu bir gerçek ki, Şam’daki İslamcı rejim iktidarını pekiştirmek uğruna Suriye’nin egemenliğinden vazgeçmeye hem istekli hem de muktedir. Özellikle İsrail şunu bilmek zorunda: Sünni İslamcılara güvenilemez. Bu çevreler yalnızca İsrail devletinden nefret etmekle kalmıyor; fırsat bulduklarında her Yahudi çocuğu ve her Yahudi kadını öldürmeye de hazırlar.

İsrail, Şam’da bir suçlunun iktidara gelmesine doğrudan ya da dolaylı biçimde katkı sundu. Bu nedenle, Dürziler, Aleviler ve Kürtler gibi azınlıklar bu rejim tarafından hedef alındığında,........

© Bianet