“Söz Konusu Vatansa Bilim Teferruattır!*"
"Kitleleri sefalete mahkum eden yöneticiler, bu sefalete kendilerinin sebep olduklarını bilinmemesini isterler. Kaderden söz ederler bol bol, sefalet onların hatası değil kaderin cilvesidir. Bunun aksini söyleyenler ve düzendeki bozuklukların sebeplerini araştıranlar çoğu zaman kodesi boylar."
Bertolt Brecht
İsmail Beşikçi ile yolum tam da hayatımın baharında karşılaştı. 12 Eylül Darbesi ve sonrasında DGM’lerin kararları ile Türkiye’de yakılan, yasaklanan, toprak altında çürümeye bırakılan kitaplardan arta kalan çok sınırlı kaynak ve kitaplar ile artık ‘ben sosyalistim’ demeye başlamış, ancak bunun yolu ve pratikleri ne olmalı üzerine arayışlarım devam ediyordu.
Lise’yi yeni bitirmiş, dahil olduğum özgürlük ütopyam için daha yolun başındaydım. Yolumu kurmak için artık açılmam lazımdı. Bunun yolu da üniversiteydi benim için.
Sınavlar sonrasında Cumhuriyet Üniversitesi’ne kayıt olmak için Tokat’a gitmem gerekiyor. Gitmeden tanıdık birilerinin orada yaşıyor olması sevindirdi beni. Demirel Ailesini elbette tanıyordum. Elif – Hayri Demirel çiftinin çocukları Raif, Türkmen ve Cafer’i de uzaktan uzaktan tanıyorum. Kırsalda doğmuş, o tarihe kadar da kent hayatına hiç karışmamış, kendi sınırlı dünyamda kentliler ile aramda onların bilmedikleri, bendende önyargılara sebep olan bir sınır vardı.
Yaz tatillerinde ailesi ile birlikte köye geldiklerinde Raif, ve abisi Cafer ile futbol maçlarında rakip takımlardan da bulunmuştuk. Ancak aramızda sanki sınıfsal ve kültürel kod farkları var diye uzak duruyordum.
Önyargılarımı bir kenara bırakarak Raif ile bir akrabasının balkonunda sohbete başladık. Ben yeni lise mezunu 18, Raif ise hala lise öğrencisi 16 yaşında. Bir anda ne çok ortak yanlarımızın olduğuna keyifle varıyordum.
İkimiz de Cumhuriyet gazetesi okuruyuz, sene 1989, o zaman ulaşabileceğimiz tek ‘sol’ gazete.
Gazetenin benzer köşe yazarlarının yazdıklarını altını çizerek okuduğumuz zamanlar. Ancak ‘ora’da neler olup bittiğini anlamaya yetecek haber ve analizler bulmak çok zordu, olanlarda elbette devletin resmi söylemlerinin süzgecinde geçerek bize ulaşıyordu. Yakın zamanda kaybettiğimiz Calal Başlangıç gibi değerli basın emekçilerini de orada okumak bizim için şanstı.
Üniversiteye adım attığımda lisedeki politik adiyetim üzerinden yol almaya devam ediyordum.
Bir derste yaptığım çıkışı ‘sivri’ bulmuş olmalı ki, ders çıkışında koridorda bir el omzumu kavradı, dönüp baktım, üzerinde siyah uzun bir pardesü, buğday tenli, benden biraz uzun, sıcak ve samimi bir ifade ile; "Ercan’dı değil mi adın, ben Fethi, derste seni dinledim, sence biraz hızlı gitmiyor musun?" Sonrasında kedisinin ritminde tanışmaya başlıyoruz. Politik sebeplerden dolayı Dersim’den Elazığ, oradan da Balıkesir’e göçmek zorunda kalmış bir Kürt, Alevi bir aileden geliyor.
Sakin ve kararlı bir duruşu var, politik analizlerini, şaşkınlıkla ve dikkatlice dinliyorum, kendisinden çok şey öğrendim.
Bir kaç gün içinde okulda ikili olduk, çoğalmak istiyoruz, nasıl olabilir diye düşünürken, okula kayıt yapan öğrenci listesinden geldikleri şehirlere bakarak tanışacaklarımızı bulabiliriz diyoruz.
Başladık; 21 Diyarbakır, 62 Dersim, 65 Van, 30 Hakkari, 63 Urfa...İsimleri not aldık ve kendilerini aramaya başladık, uzaktan bir bakıyoruz, ‘yurtsever’ olma ihtimali üzerinden puanlar verip sonrasında bir şekilde tanışmaya gidiyoruz. Kod 63’leri kendilerine aşırı güven içinde bulup daha mesafeali yaklaşıyorum.
Bir hafta içinde küçük bir grup haline geldik. Hepimiz öğrenci yurdunda kalıyoruz. Yurt değil, adeta bir askeri kamp. Kısa bir zaman içinde yönetim ile çatışmaya başladık, ilk eylemimizi de yaptık. Kalınacak gibi değil, bu arada Dersim’den iki arkadaş daha ekibe dahil oldu, Hüseyin ve Gürsel. Birlikte eve çıkma kararını........
© Bianet
visit website