Hepimizİn de bildiği gibi büyük sistem değişiklikleri için, o sistemi yöneten merkezin zaafa düşmesi gerekmektedir. Sistemin merkezinde oluşan zaaf, sistemin tökezlemesine, o sistemden geçinenlerin eskisi gibi sistemden yararlanamamasına neden olacaktır. Bu gelişme de sistemin merkezinde zayıflama ve çekim gücünü kaybetme sonucuna doğru gidecek, bir süre sonra da merkez dağılacak ya da parçalanacaktır. Yönetim gücünü kaybederek başka bir merkezin ya da merkezlerin oluşması sonucunu doğuracaktır. Sonuçta içinde bulunulan sistem öyle dışarıdan darbe ile kolay kolay yıkılmamaktadır.

Yukarıda anlattıklarım soyut bir süreç. Bunu somut duruma indirgersek şunları söyleyebiliriz.

Bugün içinde yaşadığımız sistem 19. Yüzyıl ortalarından itibaren şekillenmiş, önce Büyük Britanya daha sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetim merkezi olarak sürdürülmüş emperyalist sistemdir.

Başını ABD’nin çektiği bu sistem, özellikle 2000’li yılların başından itibaren önce ekonomik üstünlüklerini tek tek elden kaçırmaya başladı. Dünyanın en büyük şirketleri ABD’nin elinde iken, bu kez Çin Halk Cumhuriyeti’nin eline geçti. Dünyanın en büyük ihracatçısı, en büyük sanayi malları üreticisi vb. gibi ekonomik üstünlükler Çin Halk Cumhuriyeti’nin eline geçmeye başladı. Tek kutup ve tek merkez yerine daha çok merkez baş göstermeye başladı. NATO, IMF, Dünya Bankası gibi Atlantik sisteminin kurumlarının karşısına ŞİÖ, BRICS ülkelerinin kurduğu NDB (Yeni Kalkınma Bankası) gibi alternatif kurumlar oluşmaya başladı.

Askeri olarak önce Rusya’nın ABD güdümündeki Gürcistan’a müdahalesi, ardından ABD’nin Afganistan yenilgisi. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi. Filistin’in İsrail’e başkaldırısı ve Yemen, İran gibi devletlerin müdahil olmaya başlamaları. Tabi arada atladığım başka vakalar da var. ABD, ekonomik üstünlüğünü kaybetmeye başlamasının ardından askeri yenilgileri de yaşamaya başladı.

Buna karşın dolar hala dünya ticaretinde hakim para birimi.

ABD halen en büyük askeri güç olma gibi avantajları da elinde tutuyor. ABD derin devletinin dergisi TIME ve daha birçokları bu gelişmelerin farkında. Gelişmeyi terse çevirmenin yollarını arıyorlar. TIME “Great Reset” “Büyük Sıfırlama” diye başlık atmıştı.

Dünya ölçeğinde Atlantik sistemine rakiplerin çıkıp, sistemi sağından solundan yaralama girişimleri sisteme zarar veriyor. Ama sistemin merkezinden bu tavır çıkarsa, yazının başındaki gerçekleşmeye başlar. Sistem sona doğru hızla yuvarlanır. Sistemin merkezi zaafa uğrar.

Geçtiğimiz hafta içinde liberalizmin en derin merkezlerinden bir takım sesler yükseldi. Bu sesi çıkaranlardan biri sözcü, biri yönetici seviyesinde. Sözcü olan Timothy Ash. Yönetici olan Christine Lagarde. Timothy Ash Londra’nın büyük fonlarından birinin baş ekonomisti. Lagarde ise Avrupa Merkez bankası Başkanı.

Her ikisinin ortak hedefinde 2024 yılı sonunda ABD’de gerçekleşecek başkanlık seçimlerindeki adaylardan biri var.

Donald Trump. Donald Trump, ABD muhafazakarlarının adayı olarak dünyaya sunuluyor. Trump için dünya kamuoyuna sunulan profil; gerici, çirkin ilişkilerin içinde (En son Netflix dizisinde Jeffrey Epstein-Filthy Rich-Korkunç Zengin adlı dizide pedofil Epstein’in güçlü ilişkilerinin içinde ve en başta sürekli Trump ediliyor. Klasik CIA-Hollywood ilişkisi) zengin, şımarık, silahlı sokak gücüne dayanıyor algısı.

Trump ise özellikle ABD güney ve orta eyaletlerinde “red neck”ler yani ABD alt-orta üretici sınıflar için bir aday. Trump, Çin’e müthiş bir gümrük duvarı örüyor. ABD askerini Suriye ve Irak’tan çekeceğini söylüyor. Yani içe kapanmacı, içe dönük bir ABD politikasını savunuyor.

Esra Karahindiba Timothy Ash ile çok güzel bir röportaj yapmış. Bu röportajın detaylarını mutlaka okumak gerek.

Röportajın başlığı çok ibretlik. “2024’ün en büyük jeopolitik riski Trump” Neoliberallerin ABD seçimlerindeki Cumhuriyetçilerin muhtemel adayı Trump’ı nasıl gördükleri bu kadar net ifade edilebilirdi.

Christine Lagarde ise; “Trump’ın ABD başkanı olarak seçilmesi Avrupa için bir tehdit oluşturmaktadır. Sadece ticaret tarifelerine, NATO'ya bağlılığa ve iklim değişikliğiyle mücadeleye bakmak yeterli.” demektedir.

İşte ABD ve Avrupa derin devleti, Atlantik sisteminin sonunu getirecek, merkezde bozulmayı ve zaafa uğramayı böyle tarif ediyorlar.

Trump kişisel bir düşman değildir. Duygusal bir taraf değildir. Trump bir sistemi temsil etmektedir. Trump, ABD’de yapılan istatistiklerde bir sonraki dönem ABD başkanı olarak çıkmaktadır.

Trump, çok kutuplu yeni dünya sistemine doğru ABD’nin dünyadan elini çekip, içe kapanmanın sembolü olarak durmaktadır.

Trump bunun için Netflix dizilerinde görünmeyen ama asıl hedeftir. Onun için Trump, Atlantik sistemi için Jeopolitik bir risktir.

Bu yazı yazılırken Hafize Gaye Erkan ile ilgili bir gelişme medyayı kapladı. Erkan’ın babası ve çocuğu ile ilgili Merkez Bankası bünyesinde yaptığı suistimaller ortaya saçıldı. Babası işten adam çıkartmış vs.

AK Parti için çok basit bu gelişme, birden bire daha önceki birçok suistimal ile karşılaştırıldığında, onlardan kat be kat fazla bir şekilde ortaya saçıldı.

Kanımca olan şudur; Mehmet Şimşek-Hafize Gaye Erkan ikilisinin politikalarının başarısızlığına karar verildi. 6 Aydan bu yana arkasındayım denilen politikalardan bir anda dönüş olmaz. Mehmet Şimşek’i yıkmak için yıpratmanın en kolay yolu, onun sağ kolunu kesmektir. Bunu da Erkan başarısız olduğu için değil, özel hayatından ve toplumun kabul edemeyeceği bir yerden yakalamak gerekir.

QOSHE - 2024’ün en büyük jeopolitik riski - Hakan Topkurulu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

2024’ün en büyük jeopolitik riski

27 38
20.01.2024

Hepimizİn de bildiği gibi büyük sistem değişiklikleri için, o sistemi yöneten merkezin zaafa düşmesi gerekmektedir. Sistemin merkezinde oluşan zaaf, sistemin tökezlemesine, o sistemden geçinenlerin eskisi gibi sistemden yararlanamamasına neden olacaktır. Bu gelişme de sistemin merkezinde zayıflama ve çekim gücünü kaybetme sonucuna doğru gidecek, bir süre sonra da merkez dağılacak ya da parçalanacaktır. Yönetim gücünü kaybederek başka bir merkezin ya da merkezlerin oluşması sonucunu doğuracaktır. Sonuçta içinde bulunulan sistem öyle dışarıdan darbe ile kolay kolay yıkılmamaktadır.

Yukarıda anlattıklarım soyut bir süreç. Bunu somut duruma indirgersek şunları söyleyebiliriz.

Bugün içinde yaşadığımız sistem 19. Yüzyıl ortalarından itibaren şekillenmiş, önce Büyük Britanya daha sonra Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetim merkezi olarak sürdürülmüş emperyalist sistemdir.

Başını ABD’nin çektiği bu sistem, özellikle 2000’li yılların başından itibaren önce ekonomik üstünlüklerini tek tek elden kaçırmaya başladı. Dünyanın en büyük şirketleri ABD’nin elinde iken, bu kez Çin Halk Cumhuriyeti’nin eline geçti. Dünyanın en büyük ihracatçısı, en büyük sanayi malları üreticisi vb. gibi ekonomik üstünlükler Çin Halk Cumhuriyeti’nin eline geçmeye başladı. Tek kutup ve tek merkez yerine daha çok merkez baş göstermeye başladı. NATO, IMF, Dünya Bankası gibi Atlantik sisteminin kurumlarının karşısına ŞİÖ, BRICS ülkelerinin kurduğu NDB (Yeni Kalkınma Bankası) gibi alternatif kurumlar oluşmaya başladı.

Askeri olarak önce Rusya’nın ABD güdümündeki Gürcistan’a müdahalesi, ardından ABD’nin Afganistan yenilgisi. Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesi. Filistin’in İsrail’e başkaldırısı ve Yemen, İran gibi devletlerin müdahil olmaya başlamaları. Tabi arada atladığım başka vakalar da var. ABD, ekonomik........

© Aydınlık


Get it on Google Play