Sovyetler Birliği Neden Dağıldı?
70 yıllık döneme damga vuran Sovyetler Birliği’nin nerede yanlış yaptığı uzmanlar tarafından hâlâ tartışılan bir konudur. Bu konuya retrospektif açıdan yaklaştığımızda sorunun kökenine ulaşabiliriz. Sorunsalın siyasi, ekonomik ve demokrasiyi ilgilendiren yönleri vardır. Sovyetler Birliği’nin en büyük hatasının Marksist demokrasiyi gerçekleştirememiş olmasıdır diyebiliriz. Nitekim 1970’lerin sonlarına gelindiğinde proleter kültür popüler kültürün hegemonyasına girmiştir. Sovyetler Birliği yeni Sovyet insanını yaratabilseydi bunlar olmayabilirdi. Sovyetler Birliği’nin etrafı düşmanlarla çevrili olması belki üzerlerindeki ağır yükü hoşgörmemize sebep olabilir ancak aynı durumda olan Çin Halk Cumhuriyeti bu savaştan başarılı çıkmayı başarabilmiştir. Sovyetler Birliği’nin sosyalist dünyadaki ideolojik saygınlığı bir anda paramparça oldu. Böylece sosyalist dünyanın en büyük kalesinin devrilmesi ile sosyalistler de ağır bir darbe yemiş oldu. Bu proseste sosyalizm mi yoksa Sovyetler Birliği mi yenilgiye uğradığı sorusu ciddi anlamda tartışılmaktadır ve tartışılacağa da benzemektedir. Çünkü Covid 19 salgını ile yeniden kamucu ve planlamacı politikalar yeniden konuşulmaktadır. Devletçi ve planlı ekonomiye sahip ülkelerin bu salgını daha başarı ile atlatması uzmanları ciddi anlamda aklını karıştırmıştır. Örneğin Davos’un kurucusu Kruger bile “halkçı kapitalizm” kavramlarını kullanmaya başlamıştır. Tabi Kruger’in bahsettiği şeyin komünizm olmadığının farkında olduğumu söylemek gerekir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerinden 30 yıl geçti. Putin gibi liderler Sovyetler Birliği’nin dağılmasının büyük bir trajedi olduğunu hatta 70 yıllık birikimin bir anda yok olduğunu belirtmiştir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının basit bir olay olduğunu söylemek son derece güçtür. Çünkü 20. yüzyıl hem sosyalist hem de ulusal mücadeleler tarihi olmuştur ve Sovyetler’in de bu mücadelede ciddi bir siyasi-askeri güç olduğunu ifade etmek gerekir. Yaşamlarını devrimci mücadeleye ayırmış 68 Kuşağı için bu ülkenin dağılması ciddi bir travma oluşturmuştur. Ayrıca işçi sınıfı mücadelelerinde de ciddi kırılmalar meydana gelmiştir. SSCB’nin yıkılmasında pay sahibi olan Yeltsin gibi siyasetçiler hesap vermeden ölüp gitmişlerdir. Bilindiği üzere Yeltsin serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasiyi savunan ve Sovyet sisteminin yıkılması için her şeyi yapmış bir politikacıydı. SSCB’nin dağılmasında diğer aktör ise Gorbaçov’dur ancak o da yaptırım görmemiştir. Gorbaçov Kruşçev zamanında eğitim görmüş ve karşı devrimci saflara katılmış birisiydi. En büyük atılımı Kruşçev zamanında yapmıştır. Hiçbir zaman sosyalist değerlere inanmayan biriydi.
Gromiko ise ABD ile mücadele etmek değil işbirliğinden yanaydı. Kitle imha silahlarına karşıydı ve Kruşçev dönemindeki “barış içerisinde birlikte yaşama” politikasının sıkı savunucusuydu (Keeran, 2019: 8). Söylem olarak parlak bir motto gibi görülse de aslında teslimiyetçiliği ifade eden bir söylem olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Lin Piao’nun da ifade ettiği gibi “Savaşı emperyalistler çıkarıyor, biz değil” (Piao, 1990). Sosyalist Blok’un kapitalist blok karşısında sürekli tavizkâr tutumları karşı tarafı daha da cesaretlendirmiştir. Aslında Kruşçev, Brejnev ve Gorbaçov asla sosyalist kültürü kabul etmiş liderler değildi.
1930 ve 1940’larda Sovyetler Birliği’nin merkeziyetçi ve bürokratik devletçi politikaları doğruydu. Çünkü ülke işgal altında, kuşatılmış ve ölüm kalım mücadelesi veriliyordu. Böyle olağanüstü durumlarda merkeziyetçi sistemler faydalıdır ancak 1950’lerden sonra devlet kendisini reforme etmesi gerekiyordu. Yerindelik, demokratik kurumsallaşmanın sağlanması ve bürokrasinin azaltılması elzemdi. Kruşçev bu alanlarda bir şeyler yapmaya çalışsa da parti programından uzaklaşmış ve yıkımın hız kazanmasına yol açmıştır. Kruşçev’in Küba meselesindeki politikası Sovyetler Birliği’nin acziyetini göstermiştir. Aynı zamanda Küba gibi sosyalist ülkenin kendilerine olan güvenini de sarsmıştır.
Tarihsel arkaplana gidildiğinde Sovyetler Birliği’nin başarılı olduğu noktalarda yok değildir. Örneğin; 2. Dünya Savaşı’nda bütün verimli arazileri talan olmuş, fabrikaları yıkılmış hatta 28 milyon yurttaşını kaybetmiş olmasına rağmen kısa sürede toplarlanmış ve ekonomik büyüme rekorları kırmıştır. Eğitim alanında ciddi başarılar elde etmiştir. Sadece Saint Petersburg Üniversitesi’nden 2-3 Nobel ödüllü akademisyen çıkarmışlardır. Sosyal sigorta, erken emeklilik, enflasyonun olmaması, gıda fiyatlarında istikrarı sağlaması, işsizliği ortadan kaldırmaları ve konut sorununu çözmeleri SSCB’nin artıları olarak değerlendirebiliriz. Bu sayılan özellikler genelde sosyalist ülkelerin genel karakteridir.
SSCB’nin içinde yükselen temel olgu sosyalist değerlerdi ancak en temel eksiklik ekonomi ve devlette halkın egemenliğinin yoksunluğu idi. Daha öncede belirttiğim gibi SCCB ülkede gerçek halk demokrasisini kuramadı. Bundan dolayı da SSCB yıkılırken halkın tepkisi olmamış ve sadece olayları izlemekle yetinmişlerdir. Uzmanların görüşüne göre Stalin sonrası parti elitleri yerlerini sağlamlaştırmışlar ve elitist bir sınıf hâline gelmişlerdir. İşçiler karar alma mekanizmalarının dışında kalmışlardır.
Sovyet ekonomisi ciddi biçimde merkeziyetçi ve planlı ekonomiye dayanıyordu. Ancak şunu ifade etmek gerekir: Planlı ekonomi sadece Sovyetlere özgü bir şey değildir. Kapitalimde de planlama vardır. Merkeziyetçi ekonomi ise sosyalizmin gereği değildir. Bu uygulamayı Enrico Barone adlı bir asker icat etmiştir ve bu şahısta sosyalist değildi. Marks şimdiki ve geçmişin analizini yaparken geleceğe dair iktisadi kurumları öngörmemişti. Yani sosyalist ekonomi modeli sosyalizmin gereği değil Sovyetlerin kendine özgür bir pratiğidir. Sonuç olarak kavramları birbirine karıştırmamak gerekir.
1928’den 1970’lere kadar Sovyet iktisadi sisteminin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. 1970 sonrası iktisadi sistem resesyona yani ekonomik durgunluğa geçmiştir. 1975 sonrasında ise Sovyet ekonomisi ciddi anlamda gerilemeye yüz tutmuştur. İktisadi büyüme oranları yavaşladı. Bu konuyla ilgili Nobel Ekonomi ödülünü almış olan Simon Kuznetz şöyle yazıyordu:
“Sovyetler Birliği’nde tarımdan sanayiye kayma hızı diğer gelişmiş ülkelerden çok daha büyüktü. 1928’den 1940’a kadar tarımdan dışarı kayan emek gücünün büyümesi 12 yıl alırken, diğer ülkelerde 30’dan 50 yıla kadar bir zamanda gerçekleşmiştir. Ekonomik büyüme olarak SSCB’ye ancak Japonya’nın yaklaştığını ifade etmiştir” (Kotz-Weir, 2012: 64-65).
Sovyet ekonomisinin başarılı olduğu konulardan birisi de tam istihdam ve gelirin eşitlikçi biçimde dağıtılmasıdır. 1928-1940 arasında Sovyetler Birliği ekonomide rekorlar kırarak ’lik ekonomik büyüme gerçekleştirmiştir. Planlı ekonominin büyük avantajlarından birisini kullanıyordı SSCB. Ekonomik kaynaklar israf edilmiyordu. Ekonomik büyüme ile halkın alım gücü artmış ve tüketim arttığı için zenginlik oluşmuştur. Keynesyen ekonomik sistemi uygulamaya çalışan Batılı ülkeler bu dönemde iktisadi durgunluk yaşarken SSCB bunun tam tersi biçimde bolluk içindeydi.
1960 yılında her Sovyet ailesinin evinde radyo, televizyon ve buzdolabı vardı 1960-1970 arasında SSCB Amerika’yı ham petrol, çimento, metal kesme, haddelenmiş çelik, kaynak makineleri ve traktör gibi ürünlerde verimlilik açısından geçmiştir (Kotz-Weir, 2012: 71).
Sovyetler Birliği’nde devrim olduğunda ülke köylü toplumuydu ama 30 sene içerisinde halkın büyük bir bölümü şehirli olmuştur. Bu durum SSCB’nin sanayileşmeye verdiği önemden kaynaklanmıştır. Köylü çocuklarının büyük bir bölümü okuryazar hâle gelmiştir. Tarım dışı iş sahibi olma arttı. Sovyetlerin dağılma sürecine girdiği dönemde dahi doktor ve hasta yatağı sayısı ABD’den daha fazlaydı (Kotz-Weir, 2012: 71).
ABD ekseninde düşünen ekonomistler SSCB’nin verdiği istatistiki bilgilerin yanlış olduğunu ifade ettiler. Özellikle CIA bu konuda kara propaganda yapmışlardır. Grigory Khanin gibi iktisatçılar bu amaca hizmet etmiştir.
SSCB’nin okuma yazma bilmeyen bir toplumdan eğitimli bir toplum hâline gelmesi ise hemen hemen herkesin kabul ettiği bir gerçekliktir. SSCB’nin eğitim seferberliğini Türkiye’de Harf Devriminden sonra kurulan Millet Mektepleri’ne benzetebiliriz.
SSCB’nin uzaya uydu gönderen ülke olması, bilim ve teknolojide başarılar göstermesi siyasi ve askeri olarak SSCB’yi ABD ile eşit seviyeye getirmiştir. Sovyet sistemi geri kalmış bir toplumu her yönden gelişmiş bir kent toplumu hâline getirmeyi başarabilmiştir. Peki SSCB bir anda dağıldıysa sisteminin bazı zaafları var mıydı bunu tarihsel arka planı ile ifade etmeliyim.
Kruşçev her ne kadar sisteme özünde karşı olsa da SSCB’nin ABD’yi bir gün her alanda geçeceğini varsayıyordu.
Gorbaçov’a partide yer veren Kruşçev Gorbaçov’un şu sözlerini duysaydı kim bilir ne hissederdi:
“Ekonomideki güçlükler, ekonominin büyüme oranlarının gözle görülür biçimde gerilemesiyle, 1970’li yıllarda üst üste yığılmaya başladı. 9. ve 10. 5 yıllık planlardaki daha düşük hedeflere bile ulaşılamadı. Bu dönem için planlanan sosyal programı dahi uygulayamadık. Bilim, eğitim, sağlık, kültür ve gündelik hizmetler alanındaki maddi bir tabanda bir gecikme meydana geldi” (Kennedy, 1990: 576-577).
SSCB’nin ekonomideki en büyük eksiliğinin tarım olduğunu söyleyebiliriz. Tarım ülkesi olan SSCB, Çarlık Rusya’sında tarım ihracatçısı iken ithalatçı duruma düşmüştür. Bu durumu bir nevi Marks’ın kentliliği devrim açısından daha önem vermesine bağlayabiliriz. Stalin sonrası gelen liderlerin hepsi sanayiye önem vermişlerdir. Örneğin; SSCB’deki tarımdaki verimlilik ABD’nin yedide biriydi (Kennedy, 1990: 578). Bunun sebebini Rusya’nın iklim şartlarına bağlamamızda sıkıntılıdır. Çünkü Ukrayna Kanada ile aynı eylemde ama Kanada’nın tarımsal verimliliği daha yüksek. Kruşçev bu konuda önlemler almaya çalışsa da işin daha kötüye gitmesine sebep olmuştur. Kruşçev ters orantılı biçimde tarıma önem verirken ağır sanayiyi ihmal etmiştir.
Kruşçev aynı........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein