menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Rossiyskaya İdeya: Avrasyacılık Türkiye’ye sanal rakip mi gerçek düşman mı?

12 26
04.10.2025

Makalenin konusu Rusya’da özellikle 19. yüzyıldan itibaren popülerlik kazanan Avrasyacılık düşüncesinin Türk ve Müslüman dünyası açısından hangi savlar ileri sürdüğünü ortaya koyabilmek ve Türk dünyasının pivot stratejisinin hangi yöne evrilmesi gerektiğini okuyucuya sunabilmektir. Türkiye’nin yakın zamanda bölgede çekirdek devlet olabilmesiyle başlayan süreç sadece Ortadoğu’yu değil, Avrasya coğrafyasını da etkilemektedir. Çalışmanın amacı Türkiye’nin Navarin baskınından itibaren şekillenen jeopolitiğinin Doğu-Batı dikotomisinde tarafının hangi paktta yer almasını merkez-çevre konumlanmasında çözümleyebilmektir. Bu çözümlemenin gerekliliği Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ Savaşı’nda yaşanmıştır. Türkiye’nin Doğu veyahut Batı arasındaki tercihi tarihsel bir zorunluluktur. Ancak küreselleşmenin etkisiyle tarihsel düşmanlıkların yerini siyasi-ekonomik ve kültürel işbirlikleri aldığı için Türkiye tarafını iyi belirlemek zorundadır. Avrasyacılık Türkiye için mantıklı bir tercih midir? Türk jeopolitiği Türk birliği üzerinde mi kurulmalıdır?, Avrasya jeopolitiğinin şifreleri nelerdir? Türk-Rus-İran işbirliği hangi sonuçları doğurabilir? Bu sujelerin cevabına makalede cevaplar aranmıştır.

Jeopolitik konum bir toprağın ya da coğrafyanın dünya siyasetindeki konumu olarak tanımlanabilir. Bir diğer ifadeyle jeopolitik konum; bölgenin siyasi coğrafyasına göre, yerinin belirlenmesidir. Jeopolitik, siyasi coğrafyanın alt bilim dalıdır. Yer politikası olarak da adlandırılabilir. Jeopolitiğin diğer bilim dallarıyla da ilişkisinden söz edilebilir. Jeopolitik ekonomi, coğrafya, strateji ve siyaset bilimi ile neden-sonuç ilişkisi vardır. Jeopolitiğin strateji ile ilişkisi önemlidir. Çünkü her ülke ulusal çıkarları gereği strateji oluşturur. Devletler belli bir amaç için kendilerine yol haritası çizerler. Bu strateji için de jeopolitiğe ihtiyaç vardır. Jeopolitiğin tarih ile de ilişkisi vardır. Geçmişte yaşanılan olaylar ve ülkeler arası münasebetler tarih biliminin alanına girmektedir. Jeopolitikçi anlayış strateji geliştirirken tarih biliminden yararlanır. (1)

Örneğin; jeopolitiğin önemini anlatması bakımından Çin ve Hindistan örnek verilebilir. Bu iki ülke uzun bir kara sınırı paylaşmaktadır. Bu iki ülke, tarih boyunca pek çok defa savaşmışlardır. Ancak 1962’den itibaren bir aylık çarpışma hariç, asla savaşmamışlardır. Çünkü aralarında dünyanın en yüksek sıradağları olan Himalayalar var ve büyük askeri birlikleri bu dağların arkasından yürütmek son derece zordur. Teknoloji geliştikçe, bu dağları aşmak kolaylaşıyor ancak fiziksel bariyer caydırcılığını korumaktadır. İki ülke birbiri ile savaşmak yerine dış politikada dikkatlerini dışarıya yöneltmektedirler. (2) Rusya’nın sınırları ise dört bin kilometre uzunluğundadır. Moskova’yla ötesine kadar düz bir arazidir. Büyük bir ordu ile Rusya’ya girilse bile alan hâkimiyeti yapmak son derece zordur. Bununla birlikte, Rusya bu özelliğinden dolayı hiçbir zaman fethedilemedi. Hitler ve Napolyon Rusya’yı fethetmek istemişler ancak başarılı olamamışlardır. (3) Bazı stratejistler Rusya’nın hiçbir zaman Batı’dan tehdit almadığını söyleseler de Ruslar açısından bu bakış açısı doğru değildir. Çünkü geçmiş beş yüz yıl içinde, Batı yönünden birçok defa saldırıya uğramışlardır. 1605’te Polonyalılar, 1708’de XII. Karl önderliğinde İsveç, 1812’de Napolyon ve 1941’de Almanya bu topraklara saldırmıştır. (4)

Jeopolitikçiler tarafından kabul gören jeopolitik teoriler şunlardır: “1-Kara hakimiyeti teorisi,2-Kenar kuşak hakimiyeti teorisi, 3-Deniz hakimiyeti teorisi, 4- Hava hakimiyeti teorisi.” (5)

Çarlık ve Sovyet deneyiminden yola çıkılırsa Rusya her zaman bir kara devleti olmuştur. Bundan dolayı kara hakimiyeti teorisini incelemek gerekir. Kara hakimiyetinin önemli olduğunu ileri süren jeopolitikçi Halford Mackinder’dir. Mackinder Doğu Avrupa ile merkezi Sibirya’yı elinde bulunduran devletin dünyaya hâkim olacağını ileri sürmüştür. Bu çözümlemeye “Kara Hakimiyeti” ya da “Heatland” adını vermiştir. Ona göre; denizlere değil, karaya hâkim olan dünyaya hâkim olacaktır ve en önemli coğrafya “Avrasya”dır. Doğu Avrupa ve Sibirya dünyanın “Kalp Sahası”dır. Mackinder’ın teorisini coğrafi determinizm olarak değerlendirmemek gerekir. (6) Rusya’da ilk Avrasyacıların dayandıkları jeopolitikçi kaynak da aslında Mackinder idi. Sovyetler Birliği’nin jeopolitik kuramı da “Kara Hakimiyeti” ne dayalı idi. Sovyetler Birliği’nin dağılması deniz hakimiyetinin kara hakimiyetine üstün gelmesi de denilebilir. Sovyetler Birliği, ideolojinin yanında jeopolitiği önemsemek zorundaydı. Ancak jeopolitiği ihmal ettiler ve sistem dağıldı.(7)

Türk jeopolitikçiler ise Ruslar’dan farklı bir yol izlemişlerdir. Ramazan Özey tarafından, 1994 yılında ileri sürülen, Büyük Türkiye Hâkimiyet teorisi şu şekildedir: “Asya, Afrika ve Avrupa eski kara kütlelerinin bitişme noktasında yer alan Anadolu yarımadası, dünya kalesini, aynı zamanda dünyanın kalbini (Heartland) oluşturmaktadır. Çünkü Anadolu yarımadası, üç tarafı denizlerle çevrilidir. Yükselti bakımından hayli yüksektir. Anadolu yarımadasının Asya ve Afrika’ya bitişik olduğu kesimlerde aşılması zor sıradağlar yer almaktadır. Bütün bu genel özellikleriyle, Anadolu tam bir kaleyi andırmaktadır. Anadolu yarımadasında iç kale görevini Ankara ile bölge içindeki Konya, Sivas ve Kayseri şehirleri üstlenmiştir. Ankara eteklerinde, tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır. Tarih seyri içinde Ankara ve çevresi, Etilerin, Frikyalıların, Lidyalıların, Romalıların, Bizansların, Selçukluların ve Osmanlıların sığınma yeri ve çevreye yayılma bölgesi olmuştur. En son olarak, Yüce Osmanlı Devletinin yıkılışı ile birlikte Müslüman Türk’ün yeniden şahlanışı bu üç kaleden olmuştur.”(8)

Avrasya terimi dünya literatüründe ilk olarak, Prusyalı doğabilimci Alexander von Humbolt tarafından 1849 yılında yayımladığı “Kosmos” adlı eserde kullanılmıştır. Bu terim daha sonra 1900’lü yılların başlarında Mackinder’ın geliştirmiş olduğu “Kalpgah Kuramı” ile uluslararası ilişkiler disiplinine girmiştir. (9) Klasik Avrasyacıların başat gayeleri Rus kimliğini tanımlama ve Batılılaşma karşısında yeni alternatifler kurabilmektir. 1920’lerin başında Rusların Batılılar karşısında ayrı bir medeniyet olduğunu savunan Avrasyacılar, Rusları örnek ulus olarak tasvir etmişlerdir. Klasik Avrasyacılar bu dönemde sosyalizmi bir araç olarak görmüşlerdir. Slav milliyetçiliğine yakın bir politik duruş sergilemişlerdir. Ancak Klasik Avrasyacılar Slav milliyetçiliği yapsa da Turani unsurlara da yakın bir çizgide durmuşlardır. (10) Neo- Avrasyacılar ise coğrafya unsurunu geride bırakarak jeopolitikçi anlayışı önemsemektedirler. Bu tip Avrasyacılık ise Rus ideasının rasyonalitesi halini almıştır. Ruslar bakımından ise Avrasyacılık bir dış politika seçeneğinden ziyade medeniyet oluşturma stratejisi şeklinde yorumlanmaktadır. Yazıda klasik formundan Neo- Avrasyacılığa evrilen bu düşünce ekolünün Doğu’yu (Türk ve Müslüman) ve Avrasya’yı algılayış tarzı, tarihsel ve kültürel açıdan dış politikaya yansıyış tarzı ele alındı.(11) Ayrıca Türk Avrasyacılığı ve Türk politika yapıcılarının olayları ve olguları nasıl yorumlaması gerektiği yönünde çözümlemeler yapıldı.

Rus Avrasyacılığı- Oryantalist Bakış ve Longue Duree

Avrasyacılar olarak nitelendirilen düşünce çevresi, Bolşevik Devrimi’nin ardından Avrupa’ya göç edenler tarafından kurulan bir düşünce okulu olarak ortaya çıkmıştır. Avrasyacı hareketin önderleri şu şekilde sayılabilir: “Prens Nikolay S. Trubetskoy, Roman O. Yakobson, Petr N. Savitski, Petr P. Suvçinski, George V. Vernadski, Erjen Hara- Davan, N. N. Alekseyev, V.N. İlyin ve L. P. Karsavin, Konstantin A. Çkeidze ve Georgi V. Florovski.” (12) Bu düşünürlerin Rus entelektüel ikliminde, Rus kimliği üzerine yaptıkları çalışmaların en az iki yüz yıllık bir tarihi vardır. Bu tartışmalarda Slavofiller ve Batıcılar arasında tartışmalar yaşanmıştır. Avrasyacılık Rus muhafazakâr-milliyetçi hareketlerden kopuk değildir. Avrasya idealinin kökleri 19. yüzyıla dayanmaktadır. Bu konteskte Avrasyacılık düşüncesinin oluşumunda Türklerin’de önemli payları olmuştur. Özellikle İsmail Gaspıralı yaptığı çalışmalar ile Avrasyacılığı temellendirmeye çalışmıştır. Avrasyacılık etnik temele dayalı bir ulus oluşturmaktan ziyade coğrafi temelde bir ulus ikame etme arayışıdır. Avrasyacılık, Rusya’da yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen Batılılaşma çabalarına karşı reaksiyoner bir hareket olarak gelişmiştir.........

© Aydınlık