menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dünyanın İnsancıl Gidişi ve İdeolojinin Yüce Nesnesi

12 0
22.11.2025

Edward Hallet Carr şunu vurguluyordu: “Nesnel tarih yoktur.” Ayrıca yazdığı makalelerde nesnel olmaya çabalamanın sonuçsuz bir girişim olduğunu yazıyordu. Ona göre; hiçbir tarihçi veyahut tarih okulu nesnel gerçekliğe ulaşamaz. (Carr, 2015: 12) Lord Acton’a göre Carr’ın böyle düşünmesinin başlıca sebebi tarihçiye sosyal çevresinden yapılan baskılardır. Bu baskılar yüzünden tarihçiler sadece ansiklopedi yazıcısına dönüşmektedir. Oysa tarihçilik bir belgeler fetişizmi değildir. Bu kertede yazıdaki temel amaçlardan birisi de interdisipliner çalışarak ansiklopedi tarihçiliği konumuna düşmemektir.

Uygarlık nedir? Uygarlık ne zaman ve nasıl başlamıştır? Tarihin itici güçleri ve sınıfları nedir? İnsanlığın gelişim-dönüşüm süreci nasıl olmuştur? gibi sorular bu çalışmanın temel sorunsalı olmuştur. Bu sorulardaki cevapların temel kesişim noktasının tarih-üretim ilişkilerinde aramak gerektiğini söyleyebiliriz. Yani barbarlıktan medeniyete (kent) geçiş prosesi. Somut durumun somut tahliline göre Müfit İşler bu durumu şöyle açıklamaktadır:

“Antik ve antik öncesi toplumlarda, sermayenin potansiyel olarak varlığı, sabit ve dolaşan sermayenin prototiplerini içinde barındırır. Kabaca, antik kent cumhuriyetlerinin kendisi, hem kendisi için hem diğer kentler için hem de göçebe aşiretler için potansiyel anlamda sabit bir sermayedir. Sermaye ayrıca bu ham ve hem açık hem gizli hâlinden ayrı, alabildiğine soyut ve yine hem gizli hem açık olarak kendinde sabit ve dolaşan nitelikleri üzerindeki karşıtlığıyla kendini, dolaşımda ve mübadele vaaz ettirir. Ayrıca hem dolaşımın mübadelesi hem de mübadelenin dolaşımı en dinamik biçimlerde tüm bu açtığımız dinamiklerin karşıt bütünlüğü, toplumu, coğrafyayı, tarihi ve tekniği dokur. Yani üretici güçlerin üretim ilişkilerini yaratışı, üretim ilişkilerinin üretici güçleri yaratışı karşıtlığı hep akar döner, kendini yeniden üretir. Bu süreçler hep kendi içinde bir incelemeye doğru daha makro boyutları kucaklamaya aday olur. Ve bunalım doyum anını hazırlar. Ya da doyum anı, bunalımı patlatır.” (İşler, 2007: 112)

Yazının ileriki süreçlerinde de bahsedilen beş tip kapitalizmden tüccar kapitalizmini anlatan yazar aynı zamanda tarihteki üretici güçlerin fonksiyonunun da altını çizmiştir. Son tahlilde ise bu sirkülasyonun toplumsal patlamalara yol açabileceğini de ekleyebilirim. Tarihsel devrimlerin pek çoğu da bu şekilde cereyan etmiştir. 1789 Burjuva Devrimi, 1841 Devrimi, 1871 Paris Komünü Deneyimi, 1917 Devrimi vd…

Tarihsel proseste itiraz etmeyi başarabilen halklar bu devrimleri gerçekleştirebilirken diğerleri bu toplumsal gelişim biçimlerini başaramamıştır. Marks’a göre ise “Devrimler toplumsal ilerlemenin motorudur.” O hâlde bu mantığa göre devrim yapamayan toplumların geri kalmaya mâhkum olduğunu söyleyebiliriz.

Dünya tarihine genel bir bakış sunmadan önce sorunsalın başlangıç noktasından yani tarihsel süreçte insanlığın başından geçenleri özetlemek gerekir.

İnsanlığın başından geçenleri iki sürece ayırabiliriz:

1) Tarih öncesi: Yani medeniyet öncesi çağlar. Yazısız tarihte diyebiliriz.

2) Tarih: Medeniyet sonrası çağlar. (Kıvılcımlı, 2012: 21)

Tarih öncesi dönem yazısız olduğu için genelde bu dönemle ilgili bulgular arkeoloji ve antropoloji bilimi sayesinde aydınlatılmaya çalışılmaktadır dolayısıyla soyut sosyoloji ile bazı şeyleri bilmekteyiz.

Sadece medeniyetleri anlatan tarih ise antika tarih ve modern tarih diye ikiye ayrılmaktadır. Antika Tarih Protosümerler’den Batı Roma’nın yıkılışına dek medeniyetleri konu edinirken modern tarih daha çok işveren medeniyetini ele alır. Ayrıca bu iki medeniyetin arasına Ortaçağ’ı koyan tarihçiler de mevcuttur (Kıvılcımlı, 2012a: 21).

Tarihöncesi dönemde tarihin tek vurucu gücü olan barbarların (ilkel-komünler) kollektif aksiyonlar içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak medeniyet doğarken artık yeryüzünde vahşet kalmamıştır. Dünyada en azından çömlekçilik yapan Aşağı Barbarlardan yukarıya doğru, Orta Barbarlar ve Yukarı Barbarlar vardır (Kıvılcımlı, 2012a: 26).

Antika Medeniyette Modern Tarihtekine benzer şekilde sosyal devrim olması mümkün görülmemektedir. Zira Antika Medeniyette Modern toplumdakine benzer nitelikte sosyal sınıflar mevcut değildir. İlkel-sosyalist toplumlar olan barbarlarda kolektif eylem ve gelenek-töre önemlidir. Üretici güçlerde bölüşüm mevcuttur. Toplumsal devrimlerin oluşmasının da sübjektif ve objektif şartları vardır. Bu şartlar barbarlarda yoktur zaten olmasını gerektirecek durum da söz konusu değildir. Bu toplumlar kolektif aksiyondan yoksun bırakılınca sınıflar ortaya çıkmaya başlamış ve bu tarihsel zorunluluk medeniyet kalesini zorlamaya başlamıştır. İnsanlık ilkel komünal yaşamdayken savaş yoktu. Ancak Güneybatı Almanya’daki Talheim ölüm çukuru, MÖ 5000’lerin Erken Neolitik dönem dünyasıyla ilgili ürkütücü bir gerçeği ortaya çıkarıyordu. İnsanlar savaşmaya başlamıştı. Eski Taş Devri boyunca, 2,5 milyon yıl süresince küçük insan grupları avcılık-toplayıcılık ve leş yiyiciliği yaparak, yiyecek peşinde koşuyordu. Birbirleri ile de nadiren karşılaşıyordu. Ama insan sayısı ve karşılaşma olasılığı arttıkça anlaşmazlıklar baş gösterdi. Mağara resimleri ve taş oymacılığı bunun kanıtlarıdır diyebiliriz. Ancak bu anlaşmazlıklara savaş diyemeyiz çünkü savaş geniş tanımlı ve örgütlü bir mücadeledir. MÖ 7500 civarında başlayan Tarım Devrimine kadar böyle bir süreç yaşanmamıştır (Faulkner, 2013: 31).

Tarım ile uğraşmak avcılığa nazaran daha verimli olduğundan dolayı Yeni Taş Devri’nde nüfus önemli ölçüde arttı. Ancak nüfus artarken toprak sınırsız değildi. Nüfus büyüdükçe mevcut köyler herkesi besleyemiyor ve öncü gruplar yeni yerleşim yerleri aramaya başlıyordu. Toprak açlığı ve yiyecek kıtlığı komşu grupları çatışmaya itiyordu. İlk insanların ortak mülkiyete sahip olduğunu belirtmiştik ancak Tarım Devrimi’nden sonra insan gruplarının yiyecek kıtlığı ile başka köylerin mallarını gasp etmesi ilkel bir mücadeleye sebep olmuştur. Talheim ölüm çukuru da buna tanıklık etmiş olma ihtimali yüksek görünüyor (Faulkner, 2013: 32).

Karşı tarafı yenmek için özel eğitilmiş savaşçılara ve aletlere ihtiyaç duyuldu. MÖ 3500 civarında Britanya’da özel savaşçıların olduğu tespit edildi. Wiltshire’da bulunan Windmill Tepesi, 15 adet futbol sahası büyüklüğündeydi ve burada dini ayinler ve siyasi toplantılar yapılıyordu. West Kennet gibi uzun höyükler anıtmezar olarak kullanılıyordu. Erken Neolitik Çağ’da grupları birbirine bağlayan şey “inanç ve ritüllerdi”(Faulkner, 2013: 33). Artık büyü ve din insan gruplarında ayrıcalıklı bir ruhban sınıfının oluşmasını sağladı. Kabileler arasındaki savaşta din ve ayinler savaşçıları motive etmeden kullanılmaya başlandı. İlk sınıflı toplumların ortaya çıkışı da bu eksen de olmuştur. Rahipler, savaşçılar ve yöneticiler vs. Bu süreçte farklı bir şey var: “Teknik geliştikçe insanların doğaya olan bağımlılığı azaldığı için dine olan ihtiyaçları da zamanla azalmıştır.” Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra olduğu gibi.

Aile Tarihi ile ilgili ilk çalışmaları yapanlardan birisi de Bachofen idi. Aile Tarihi onun eserleriyle başlamış ve yeni fikirler ileri sürmüştür:

1) Bütün normlardan azade cinsel ilişkiler süreci;

2) Soy zincirinin anneye bağlı kalması (anahanlık);

3) Kadın hakimiyeti;

4) Tek eşliliğe geçişin dinin ürünü olduğu (Kıvılcımlı, 2018b: 39).

Bachofen’in ortaya attığı tezler dinsel düşüncelerin tam tersiydi ve devrim niteliğindeydi. Henry Maine’nin babahanlık tezinin tam tersini savunuyordu. Maine tamamen finans kapitalin ve bağnaz milliyetçiliğin savunucusuydu. Bachofen ona göre daha demokrat kaldı. Daha sonra ise komünü evrenselleştiren Lewis Henry Morgan Karl Marx’ın insanlık tarihine ilişkin tezlerinin başlıca kaynağı olmuştur. Özellikle tarihçil maddeci aydınlara göre cinsel yasaklar toplumsal yasakları meydana getirmiştir. Örneğin komünal yaşamı araştıran Morgan, New York eyaleti içerisinde yaşayan İrokualar’ın içerisinde yaşayarak saha araştırması yapmış ve bu toplulukta ilkel komünal yaşamın izlerini bulmuştur. Morgan bu toplulukta “iki başlı aile” terimiyle adlandırdığı, taraflardan her ikisince güçlük olmadan bozulabilen karı-koca evliliğini ve İrokualalı erkeklerin aynı zamanda yalnız kendi çocuklarına değil, erkek kardeşlerinin çocuklarına da kızım dediğini gözlemlemiştir. Aynı gözlemleri Havai adasında da bulmuştur (Engels, 2015: 36)

McLennan ise komünal yaşayan insanların yaşam tarzlarını totemizm ile değiştirdiğini iddia etmiştir. İnsanlık tarihindeki dinsel törenlerde kurban kesme adetine ilk değinen “Kutsallaşma Elemanı” kavramıyla William Robertson Smith olmuştur. Edward Wastermarck gibi skolâstik Darvinciler ise yasaksız komünal toplumu anlamakta zorluk çekmişlerdir. Wastermarck olaya biyopolitik açıdan yaklaşma gereğini duymuştur. Düşünür, Vahşi Komün ile Barbar Komün’ü ayırma gereksinimi duymamıştır.

Marksistler genel olarak bu iki kavramı iki şekilde ele alır:

1) Ekonomik Determinizmi Üretici Güçler açısından ele almak

2) İnsancıl ilişkileri toplumcul ve tarihçil açıdan yorumlamak (Kıvılcımlı, 2018c: 121)

Marksizm’e göre; 1) Tarih bir toplumsal gidiştir; 2) Toplumu devam ettirenler de üretici güçlerdir yani emek.

Burada........

© Aydınlık