Cumhuriyet Döneminin Ekonomi-Politiği ve Toplumsal Sorunlarla Nasıl Mücadele Edildi? (1923-1938)
Genç Cumhuriyetin kurulmasından sonra öncelikli amacı ulusal bağımsızlığı ve iktisadi kalkınmayı sağlamaktı. Atatürk’ün önderlik ettiği Türkiye Cumhuriyeti kısa sürede önemli başarılara imza attı. Korkut Boratav’ın tabiriyle “ulusal bir sanayileşme ve gelişme modeli” siyaseti izleyerek toplumda topyekun bir kalkınma hamlesi başlatıldığını söyleyebiliriz. Yazının amacı Genç Cumhuriyet’in 1923-1938 yılları arasında gerçekleşen ekonomik kalkınmada yaşanan zorlukları ve bu zorlukların üstesinden nasıl gelinmeye çalışıldığını ortaya koyabilmektir. Anakronizm hatası yapılmadan olay örgüsü dönemin şartları içerisinde değerlendirildi. Yöntem olarak zaman zaman karşılaştırmalı analizler yapıldı.
1820’den itibaren buharla çalışan makinaların üretim sahasında uygulanışı İngiltere’de sancılı bir dönemin başlamasına neden olmuştu. Geleneksel ekonominin temelini sarsan yeni üretim tarzı toplumsal huzuru etkileyecek görüntü vermiştir. Teknolojik yeniliğin bir ülkeye girişi birçok karmaşık ilişkiler içinde gelişir. Karar verici konumdaki iktidar, ülkenin egemenliğini ve toplumsal barışı etkileyecek teknolojik gelişmeler karşısında teknolojinin ülkeye girişine veya girmemesine karar veren konumdadır. Bu bakımdan değişim dönemlerinin analizini yaparken karşılaştırmalı bir bakış açısıyla ele almak her zaman yol gösterici olmaktadır. Batı dünyasındaki bu köklü değişim öncelikle kendi toplumunun siyasi, iktisadi, sosyal yapısını temelden dönüştürmüştür. Bu kökten değişim sürecinin küresel ölçekte olumlu veya olumsuz etkileri hissedilmiştir. Düşünce akımlarının çıktığı ülkelerde uygulamalar etkili bir sonuç verirken diğer ülkelerde aynı başarı sağlanamamıştır. Türk toplumu Anadolu’ya ayak bastığı 11. yüzyıldan itibaren Akdeniz üzerinden Avrupa kıtasına geçmiş ve Batı ile temas içerisinde olmuştur. Batı ile devamlı ilişki içinde olan Osmanlı Devleti, geleneksel ahlaki iktisat sistemini tamamen değiştirmeye karar vermesi Tanzimat ile başlamış, II. Meşrutiyet’le devam eden iktisadi değişim ve dönüşüm hamleleri Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyete intikal eden iktisadi düşünce uygulamaları farklı biçimde gelişme göstermiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomik sisteminde yeni dengeler ortaya çıkmıştır. Bu süreç Doğu-Batı dünyasının yeniden tanımlandığı bir dönem şeklinde gelişme göstermiştir. Bu çerçevede Türk ulus-devletinin kendine özgü niteliklerini öne çıkarma gayretleri içinde olduğu söylenebilir. Türkiye bu dönemde uluslararası ilişkilerde eşitlik ve tam bağımsızlık ilkeleri doğrultusunda hareket etmeye çalışmıştır. İmparatorluk mirasını hissettiren tarihsel boyut içinde Türk ulus-devleti içyapı ve dış güvenlik gibi stratejik unsurlara önem vermiştir. Osmanlı Devleti’nden çok farklı olarak ulus-devlet modelinde yeni bir Türk Kimliği yaratma çabası vardır. Cumhuriyetin kurucu önderleri öncelikli hedefleri arasında ulus-devlet sürecini tamamlamak, modernleştirici kültürel reformları gerçekleştirmek ve hızlı bir kalkınma hamlesine yönelik çalışmalar vardı. Türkiye’nin içinde bulunduğu sosyal-ekonomik sorunların aşılmasında Batı tipi liberal uygulamalar 1923-1930 arasında görülse de liberal sistemin bu aşamada ulus-devlet modeline zarar vereceği düşünülmüştür. 1930 yılı itibariyle Türk ekonomisinin dünya ekonomisi karşısındaki gelişim düzeyi oldukça geri düzeydeydi. 1927-1933 yılları arasında ithalat #.2, ihracat U.6 oranında düşüş göstermiştir. 1929’dan 1932’ye kadar devam eden dünya ekonomik krizi ile mücadelede gelişmiş ülkelerin aciz kalışı kapitalist sistemin tartışılmasını başlatmıştır. Bu süreç içinde yeni siyasal ve ekonomik kararlarla, 1933 yılından itibaren gelişmiş Batı ülkelerinde radikal değişimler yaşanmıştır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderlerinin ekonomi-politiği milli bir iktisat başlığı altında ele almıştır. Atatürk, 1936 yılında İzmir Uluslararası Fuar açılışında okunması için Başvekil Celal Bayar’a verdiği yazıda devletçilikle ilgili olarak şunlar özellikle belirtilir: “Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19’uncu asırdan beri sosyalizm nazariyatçılarının ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir.”(1) Devletçilik kavramı farklı bir ideolojik sistemi içinde barındırır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1930-1938 dönemini ideolojik devletçilik olarak değerlendirmekten ziyade “Ulusal bir sanayileşme ve gelişme modeli” (2) olarak nitelendirmek daha doğru olacaktır. Ayrıca, Cumhuriyetin 1923-1930 dönemi kolayca “liberal” (3) olarak nitelendirilir. Oysa Türkiye’deki sermaye zayıflığı, üretimin yetersizliği, Batı sermayesinin iktisadi zorbalığı liberal sistemin uygulanmasını zorlaştıran etkenlerdir. Eğer 1923-1938 döneminin ekonomik modelini tanımlamak gerekirse milli iktisat başlığı altında “Karma ekonomi” olarak tanımlamak daha doğru olabilir. Ülkemizde böyle bir ekonomik düzenin doğmasına doktriner görüşler değil Türkiye’nin gerçek sorunları yol açmıştır. Bu dönemde Batı’da gelişen ideolojik akımlara da mesafeli bir duruş sergilendiğini görmekteyiz. Atatürk’e doktriner bir düşüncenin yokluğu söylendiğinde: “Evet çocuğum çağdaş ve hazır doktrinlere bağlandığı zaman inkılabımız donar.” (4) dediği bilinmektedir. Endüstri kurma işlevini zorunlu olarak devlet üstlenmiş, özel sektör ise belirli alanlarda teşvik edilmiştir. Kalkınma hamlelerini işlevsel hale getirmek amacıyla 1924’de kurulan İş Bankası, bir yıl sonra 1925 yılında kurulan Sanayi ve Maadin (Sanayi ve Madenler) Bankası devlet tarafından kurulmuş yatırımların mali yönden desteklenmesi amaçlanmıştır. 1932 yılında Sanayi ve Maadin Bankası iki sektöre ayrılmış, Devlet Sanayi Ofisi ve Sanayi Kredi Bankası kurulmuş böylece özel sektörün canlanması amaçlanmıştır. Bu bölünme ile daha sonra Sümerbank bir holding ve yatırım şirketi olarak beş yıllık planı uygulama görevini üstlenmiştir. 1935 yılında kurulan Etibank özellikle maden araştırması yapmak ve enerji elde etmek amacıyla kurulmuştur. 1923-1938 dönemde Türkiye Devleti, zorunlu bir görev olarak üstlendiği endüstrileşme sürecini özel teşebbüsü de canlandırarak milli ekonomik güç yaratmaya çalışmıştır.
Türk-Sovyet ilişkisinin ekonomik boyutunda ise mal karşılığı faizsiz kredi anlaşması yapılmıştır. 1934 yılı içerisinde 10 milyon dolarlık kredi alınmış ve Beş Yıllık Plan doğrultusunda makine satın alınmak istenmiş ve teknik personelin eğitiminde temel finansman sağlanmıştır. Tarım sektörü Türk ekonomisinin temelini teşkil ediyordu. 1930 yılına kadar tahıl ürünü 5.3 milyon tondan 1938’e kadar 8.4 milyon tona yükselmiştir. Uygulanan milli ekonomik programın ilkesi olumsuz dengesizlikleri önleyici tedbirler almak ve endüstri yatırımlarını iç bölgelere yansıtmaktı. Böylece ekonomik ayrılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmış. (5) Yeni kurulmuş her ülkenin kalkınma özelliği değişkenlik gösterir. Sanayisi ile gelişmiş bir ülkenin kalkınma reçetesi yeni kalkınmaktaki ülkelere uymadığı söylenebilir. İzlenecek yol, her ülkenin kendi şartlarına uygun milli kalkınma planı uygulama başarısı göstermesine bağlıdır. Türkiye’de 1920 yılından itibaren milli bankalarda biriken tasarruf hesabı hızla artmakla beraber bu birikim, ticaret sermayesinden sanayi sermayesine geçişi oluşturacak yoğunlukta değildi. (6) Bundan dolayı ekonomiyi ilgilendiren kurumsallaşma çabalarına hız verilmiş, Ticaret ve Sanayi Odaları, İstatistik Umum Müdürlüğü, Ali İktisat Meclisi İktisat Vekaleti kurulmuştur. (7) 1923-1930 yılları arasında Türk ekonomisinin kurumsallaşma çabalarının yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Ancak, 1923-1930’a kadar Osmanlı’dan devralınan dışa bağımlı ekonomik yapıyı değiştirmek zor olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yılları sosyal ve toplumsal sorunların ciddi boyutlara ulaştığı dönemdir. Uzun süre devam eden savaş ortamı üretken genç nüfusu yok etmiş, sosyal-ekonomik yapı tamamen bozulmuştu. Yoksulluk, salgın hastalıklar ve azalan nüfus ciddi sorunların başında geliyordu. Ülke nüfusunun etnik yapısı savaş sonrası mübadeleyle hızla değişmiştir. Bu ciddi sorun karşısında Atatürk, T.B.M.M üçüncü toplantı yılını açarken 1 Mart 1922’de şunları ifade etmiştir: “… sıhhatinin muhafaza ve takviyesi, ölümlerin azaltılması, nüfusun artırılması, sosyal ve geçici hastalıkların etkisiz hale getirilmesi, bu suretle milletin dinç ve çalışmaya kabiliyetli bir halde sağlıklı olarak yetiştirilmesi’’ (8) ifadesinde azalan nüfusun ciddiyetine dikkat çekmiştir. Aynı zamanda nüfusun azlığı ülkenin güvenlik sorunu haline gelmişti. Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya zayıf bir Türkiye görünümü yaratmak için izledikleri politikalarda saldırgan ve düşmanca bir tavırla demeçler vermeye başlamıştı. Örneğin; Anadolu’da Türklerin nüfusunun on milyonun altında olduğu ve Anadolu’da azınlık duruma düştükleri yönündeki propagandalar gibi.(9) Cumhuriyetin ilk yıllarında üzerinde durulan ve çözüm üretemeye yönelik çalışmaların başında nüfusun arttırılması ve salgın hastalıklarla mücadele vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan halkın sağlık sorununu Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti üstlenmişti. Cumhuriyet dönemi nüfus artışının uzun süre artma göstermemiş ve 1927 nüfus sayımında Türkiye’nin nüfusunun 13.5 milyon olduğu belirtilmiştir. Türkiye’nin nüfusu 1935 sayımında 16.200.694, 1940 sayımında 17.713.000 olarak tespit edilmiştir. (10) Nüfusun arttırılması konusundaki çalışmalarda ilk olarak kurumsal yardım hizmetleri devreye sokuldu. 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclis’in açılışından hemen sonra sağlık hizmetleri sağlık bakanlığı tarafından yürütülmüştür. Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaletinin kurulmasıyla salgın hastalıklarla daha etkin mücadele verilmiştir. 1923-1924 döneminde salgın haline dönüşen sıtma hastalığı köylü vatandaşın hayatını felç eden bir durum göstermiştir. 1925 yılında Birinci Tıp Kongresi’nde sıtma hastalığının yayıldığı bölgelerin coğrafyası raporunda bu hastalığın yedi farklı tipte su birikintisinden kaynaklandığı belirtilmiştir. Türkiye’nin sıtma coğrafyasında Trakya ve büyük nehir yataklarının olduğu yerler işaretlenmiştir. 1926 yılında hazırlanan sıtma ile mücadele tasarısında Tıp fakültelerinden mezun olan doktorlara bir yıllık staj mecburiyeti getirilmiştir.(11) Sıtma parazitine karşı araştırma entitüleri kurulmuş ve bölge teşkilatları organize edilmiştir. Hıfzısıhha Umum Müdürlüğüne bağlı İçtimai Hastalıklarla Savaş Şubesi de etkin bir rol üstlenmiştir. (12)
1925 yılında Sıhhiye ve Muavenet-i İçtamiye Vekaletince Almanya’nın Hamburg şehrinden sıcak Memleketler Enstitüsü den Prof. Dr. E. Martin ve Dr. H. Vogel çağrılmış ve 1926 Mayısı’ndan itibaren Adana’da Sıtma Enstitüsü kurulmuştur. Bu kurum sıtma hastalığı ile mücadelede merkez konumuna gelmiştir. Bölge teşkilatlarıyla yapılan araştırmalarda sivrisinek ve anopheles’lerin özellikleri incelenmiş ve tanımlanmıştır. Türk Araştırmacılarından Dr. Enver İrdem ve Dr. Celal Gökberk farklı türler üzerinde önemli bulgularla katkılar yapmıştır. 1927’de Dr. Mecid o zamana kadar rastlanmayan bir tür olan Aedes Refiki’yi keşfetmiştir. Prof. Dr. İsmail Hakkı (Çelebi) yaptığı araştırmalarda bulduğu yeni türlerle Sıtma hastalığı ile mücadelede önemli katkıları olmuştur. Her sıtma bölgelerine şube müdürleri atanmış, Laboratuvarlar kurulmuş ve başlarına şube tabibleri atanmış, şubeler içinde köyler gruplara ayrılmış, başlarına sağlık memurları getirilmiştir. (13) Diğer taraftan Anadolu’nun kırsal kesimindeki çocuk ölümlerinin yüksekliği anne adaylarının doğum öncesi ve sonrası bilinç ve eğitim düzeyinin eksikliğinden kaynaklandığının farkına varılmış ve bu eksikliği gidermek adına İçtimai Hıfzısıhha Numune Dispanseri kurulmuştur. Sağlık merkezleri kurarak doğum öncesi ve sonrası bebeklerin sağlıkları kontrol edilmiştir. Böylece çocuk ölümlerinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında sağlıksız koşullar ve yetersiz beslenme nedeniyle ölüm oranlarının çok yüksek olduğunu Dr. Fuat Umay Himaye-i Efdal cemiyetinin başkanı sıfatıyla dile getirmiştir. (14) Salgın hastalıkların yanında Çocuk ölümlerin önüne geçme çalışmaları 1923 yılından sonra devlet politikası haline gelmiştir.
Sıhhıye ve Muavenet-i İçtimaiye vekillerinin ilki olan Dr. Fuat Umay 19 Mayıs 1921’de kurulan İcra vekilleri heyetinde Sıhhiye vekili olarak görev yapmış, Çocuk sağlığı ve gençliğin korunması ile ilgili kanunların çıkarılmasına öncülük etmiştir. Türkiye’de ilk defa çocuk haklarını gündeme getirmiştir. Onun döneminde fakir ve muhtaç ailelere gıda yardımı, bebeklere süt tozu, balık yağı, Kars sütü vermeye başlanmış, annelere sıcak ve besleyici yemekler verilerek sağlıkları korunmuştur.(15) Bebek ölümleri ve salgın hastalıklarla mücadelede Ulusal Tıp Kongresinde kararlaştırılan tedbirler doğrultusunda çocuk bakım evleri ve doğum evleri kurulmuştur. Umumi Hıfzı Sıhha kanununa göre çocuk bakım evlerinde süt damlaları ve doğum evleri kurulması konusunda Vilayet Hususi İdareler ve belediyelere önemli sorumluluklar verildi. Bu çalışmalarda aktif olarak Himaye-i Efdal Anneler Birliği görevlendirildi. Anneler Birliğindeki kadınlar cemiyetin özel günlerinde halktan yardım toplama görevi üstlenmiştir. Yetim çocuklara sahip çıkma, onlara hediyeler vermek ve yardım etmek konularında önemli çalışmalar yapmışlardır. Ayrıca muhtaç gebe kadınların muayenelerini yaptırmak, doğum sonrası çocukların acil ihtiyaçlarını karşılamak gibi önemli çalışmalar yürütmüşlerdir. (16) Cumhuriyetin ilk yılları salgın hastalıklar, fakirlik, yeterli gıdaya ulaşamama, sağlıksız yaşam koşulları uzun süren savaşlarda kaybedilen genç nüfus büyük sorunların başında geliyordu. Dış politikada güvenlik sorunu yaratan bu durum karşısında. İsmet İnönü Paşa, 5.Kasım 1927 tarihinde TBMM’de hükümet programını açıklarken Türkiye’nin nüfusunun on dört milyona yakın........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein