menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Suriye’de Siyasal İslam ve Sünnîlik

31 1
10.12.2025

Şam’daki geçiş dönemi otoritesinin liderleri olan Ahmet Şara ve Şeybanî gibi isimlerin “demokrasi” ve “modern devlet” kavramlarından kaçınmalarının nedenlerinin kökenine inmek icap eder. Bu kaçınma, taktiksel bir manevra mı, yoksa aşamayacakları sabit bir akide mi sorusu önem taşımaktadır. Birincisi; Müslüman Kardeşlerin düşüncesi, Hasan el-Bennâ’nın (1906–1949) çizgisinden itibaren, toplumu ve kurumları aşamalı olarak dönüştürerek “İslâmî hükûmete” ulaştırma fikrine dayanır; Bennâ, 1939 tarihli Beşinci Kongre Risalesi’nde şöyle der: “İhvan kendileri için yönetimi istemez fakat İslam bunu emrettiği için ona davet eder.” Seyyid Kutub (1906–1966) ise “Yoldaki İşaretler” (1964) kitabında çağdaş toplumu “cahiliye toplumu” olarak nitelemiş, onun dönüşümü için “kapsamlı bir devrim” gerektiğini savunmuştur.

Bu “tedricî-aşamalı süreç” ile “devrimci kopuşun” birleşimi, şartlara göre değişebilen bir esneklik üretmiştir: Uygun olduğunda barışçıl araçları, zorunlu olduğunda ise şiddeti kullanmak. Demokrasi onlar için ilkesel bir değer değil, bir araçtır; kabulü ya da reddi sonuçlarla ilgilidir, prensiplerle değil. Mezheplere bakışlarında ise, kendi “Ehli Sünnet” tasavvurlarına dayanarak, Şiîleri, Alevîleri, İsmailileri ve Dürzîleri açıkça tekfir etmezler ancak onları “asıl çizgiden sapmış mezhepler” olarak görürler. Resmî söylemleri ılımlı görünse de eğitimlerinde bu topluluklar hakkında küçümseyici ve horlayıcı bir dil hâkimdir: Siyasî ihtiyaç olmadıkça birlik söylemi gereksizdir. Ateizme yaklaşım da benzer biçimde davet merkezlidir; “düşman ateist” ile “araştırmacı ateist” ayrımı yapılır.

El Kaide’den DEAŞ’a, Nusra’dan Heyet Tahrir eş-Şam’a kadar, radikal “Sünnî” selefî-cihadî akımlar ise tevhit anlayışında aşırı bir katılığa dayanır. Bu çizgi, İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdülvehhab’dan beslenir. Ebu Muhammed el-Makdisî’nin “Millet-i İbrahim” (1984) ve Eymen ez-Zevâhirî’nin “Peygamber’in Sancağı Altında Şövalyeler” (2001) gibi metinlerde bu zihniyet çok net görünür. Devleti “tağut- Allah’ın diniyle savaşmak, Allah’ın dinini tahrif edip doğruları yanlışlarla değiştirmek”, demokrasiyi “Allah’ın hükmü dışında bir hükme başvurmak” olarak görür ve modern devleti “Batı’nın, Haçlıların ürünü” olarak tanımlar. Diğer mezheplere yönelik tutumu en sert olan bu akımdır: Aleviler, İsmailîler ve Dürzîler “batınî ve şirk eğilimli” topluluklar olarak görülür; Şiîler ise “rafizî” olarak nitelenir ve amelleri “şirk” sayılır.

Tasavvuf ise, siyasî çatışmadan ziyade nefsi ıslaha ağırlık veren bir ahlak ve ruhaniyet yoludur. Fars kökenli olan ve Bağdat’ta yaşamış Cüneyd-i Bağdadî’ye (830–910) atfedilen “Yolumuz Kitap ve Sünnet ile........

© Aydınlık