menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yurt(suzluk), beton ve elektrik: Modernliğin ruhsuz aydınlığı

34 1
10.11.2025

İmajiner Yurt, Gerçek Toprak

Okullarda öğretilirdi. Hem de gururla: “Bizim anavatanımız Orta Asya.” Bin yıl önce gelmişiz. Bin yıldır bu topraklarda yaşıyormuşuz… Ama insan bin yıl yaşadığı toprağı neden hâlâ yurdu yapamaz ki? Her insanın bir yurdu var… Anayurt, şimdilik kaldığımız yurt… Yavru vatanımız bile var. Bağlanma, bağ kurma, yuva ve yurt yapmakla sorunumuz var… Belki de başkalarının yurdunda kendini güvencede hissetmeme… Kimlik bir mekânda oluşur. Benim kimliğimin yurdu bedenim. Etnik kimlikler de bir yurtta oluşuyor. Bu kadar çeşitli ve eğreti mekanlarda oluşan kimlikler güvenceli olabilir mi? Bin yıldır yaşadığı toprağı yurt edinemeyen biri, o toprağı koruyabilir mi? Onunla duygusal bir bağ kurabilir mi?

Nerelisin sorusuna vereceğimiz tek yanıt yor. Biraz Berlinli, biraz Angaralı, Biraz Yozgatlıyız yani… Çok yerli aynı zamanda hiçbir yerli…

Çevremde yaşayanlar dört kuşaktır Berlinliler; ama onların da “anavatanı” Antep, Maraş… İnsan, ayazını yemediği, yağmurunda ıslanmadığı, tarlasını sürmediği, bahçesinden meyve toplamadığı bir toprağı nasıl ülkesi yapabilir? Bir toprağı yurt yapan şey, ona verilen emektir. Emek verilmeden sevilen “imajiner yurt” bir yanılsamadır. Çünkü hayali bir yurt, yaşanılan gerçek toprakla bağ kurmayı, onu korumayı, hatta sevmeyi zorlaştırır. Böylece insanlar yaşadıkları yurdun kiracısı, misafiri hâline gelirler.

Kültür bir mekânda oluşur. O kültür, o mekânda yaşayanların sosyolojik ve duygusal gereksinimlerine – korkularına, nefretlerine, karmaşalarına – yanıt verir. Eğer insanların iç dünyasında yüceltilmiş, ideal bir yurt ya da kültür varsa, reel kültürü kabullenmeleri, onunla ilişki kurmaları zorlaşır. Bu durumda reel kültüre karşı mesafeli, reddedici, huzursuz bir tutum gelişir. Aslında “anavatan” ya da kültürlerdeki “altın çağ” anlatıları, insanların kendilerine söyledikleri kültürel yalanlardır. Ve bu yalan, bir gereksinimden doğar. Antep’in hava durumunu merak edenler, Berlin’deki yağmuru fark etmediklerinden ıslanırlar. Memleketin her derdine ilgi gösterenler, bulundukları yerin reel dertlerinden kaçınırlar. Belki de “gurbetteki memleket sevgisi”, reel hayattan kaçışın duygusal adıdır.

Kapitalizm ve Yurtsuzluk

Kentli insanın toprakla bağı koptu. Kent çocukları, yaşamlarına heyecan katmak için bir adadan diğerine taşınıyor. Mesela sabah okula, bir adaya, öğleden sonra kursa, başka bir adaya götürülüyor. Dışarısı, sokak çocukların yaşıtlarıyla oynadığı yaşam alanı olmaktan çıktı. Hafta sonu piknikte doğayla temas eden çocuklar, böcekleri, kuşları ancak uzaktan tanıyor. Kentte büyüyüp de on kuş, bitki, böcek ya da ağaç ismi bilen neredeyse yok. Topraktan ve doğadan bu kopuş, insanların yaşadıkları mekânlara bağlanma biçimlerini de zayıflatıyor. Bir yeri sahiplenmek, onu korumak, artık içsel bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Sembolik olarak yüceltilen “kutsal toprak” ve “vatan” da aslında zorla pompalanan bir yapay bağ. İnsanların toprakla ilişkilerinin kopmasıyla, duygusal dünyalarında derin bir karşılığı var. Topraktan kopanlar duygusal kopuş da yaşıyorlar.

“Kültür” kelimesi etimolojik olarak “toprağı işlemek”ten gelir. Yani kültür, toprağın işlenmiş hâlidir. Topraktan kopuş, kültürden kopuşu da beraberinde getirir. Kent kültürü, kentin dış belleğe dönüştürülmesiyle; anılar, izler ve imgelerle oluşur. Kente sonradan gelenler ise genellikle geldikleri şehri içselleştirmekte ve o kenti korumakta zorlanır. Kentler sonradan gelinen, geçici yerleşilen (kiracılar geçici yerleşiklerdir) ve talan edilen mekanlardır bir yanıyla. Bu yüzden kentlerin silüeti hızla yok ediliyor. Gelen göçmen için o kent, başkasının mekânıdır ve duygusal bağ yüzeyselse, sahiplenme isteği de sınırlıdır.

Kapitalizm, en basit tanımıyla özel mülkiyetin korunduğu bir sistemdir. Ama bu tanım eksiktir. Çünkü kapitalizm, aynı zamanda mülksüzleştirme sistemidir. Köyde yaşayan, tarımla uğraşan insanın kullandığı toprak, evi, tarlası ona aittir. Oysa kentte mülkiyet kiraya dönüşür. Göçenler kendi evlerini, toprağını, üretim araçlarını birlikte getiremez. Kentte “kiracı” olurlar. Kiracılık, geçici bir yaşama biçimidir (göçebeliktir)— köksüzlük demektir. Taşradan gelenler kendi dar yaşam alanlarında korunaklı kültürel yurtlar edinirler. Mesela kente göçen Kürt aile kendi arasında kendi kültürünü, dilini, geleneklerini yaşatarak sembolik bir yurt yaratır ve burada kendisini yuvasında hisseder. Ama evin dışı kendisine ait olmayan, yabancı yerdir. Kiracılar göçebe bir kültürün modern temsilcileridir. Geçicilik, aidiyeti zayıflatır. Apartmanlar toplu oturma alanları ve anonim olma halidir. Bağ kurmak, kök salmak zorlaşır. Çünkü bugün kentin bir mahallesinde oturan kişi yarın başka bir semtte uygun bir ev bulduğunda, ya da iş yeri değiştiğinde başak bir mekâna taşınır. Bu geçicilik hali göçebe kültürünü yaratır.

Kapitalizm yalnızca mülksüzleştirmez; aynı zamanda borçlandırır. Günümüzde herkes borçludur — birinden borç almamış olsa bile. Çünkü sistem, yaşamın kendisini borç üzerine kurmuştur. Kira, elektrik, doğalgaz, su, ulaşım, gıda… Hiç borcunuz olmasa bile, her ay düzenli olarak ödenen bir “borç ekonomisi” içinde yaşarsınız. Bu borçsuz borçluluk hâli, insanı düzene bağımlı kılar. Modern kölelik de tam olarak budur. Burada köy yaşamını romantize etmiyorum. Elbette köyün zorlukları olmasaydı, insanlar göç etmezdi. Ama köydeki yaşam biçimi, bir ölçüde kendine yeterliydi. İnsanlar ürettiklerini tüketiyor, üretimin amacı artı değer değil, geçim oluyordu. Bu yapı borçlanmayı sınırlıyordu. Kentte ise borç, görünmez bir yasaya dönüşmüştür. İnsan nefes aldığı sürece öder: kira, vergi, ulaşım, enerji, tüketim. Hayatta kalmak, adeta kredi ödemek gibidir. Kapitalizmin “borçlandırma”sı, maddi olduğu kadar varoluşsaldır. İnsan, kendini sürekli eksik, yetersiz, borçlu hisseder. Bu borçluluk hâlinden kurtulamayanlar, yaşamlarının küçük alanlarında “bağımsızlık destanları” yazar. Kapitalizmin bağımlılığından kurtulamayan birey, özel ilişkilerinde bağlanma korkularıyla yaşar. Ekonomik bağımlılık, psikolojik bağımsızlık fantezileri üretir. Yani kapitalizmin yarattığı borçluluk, duygusal hayata “bağlanma sorunları” olarak sızar. Toprakla bağı olanların ilişkileri köklüdür; topraktan kopan kentliler ise bağlanma yerine “bağlanma korkusu” yaşarlar. Kapitalizmin mülksüzleştirdiği insan, aynı zamanda yurtsuzlaştırılmış insandır. Ve yurtsuzluk, modernliğin en sessiz melankolisidir.

Kültürün Yitimi ve İmajiner Gurur

İnsanlar yaşadıkları kültürü reddedip imajiner bir kültürü yüceltme eğilimindeler. Amerikalılar yerlileri ve onların topraklarını yok ettiler. Yok ettiklerinin onlarda duygusal bir karşılığı yoktu; ama kendilerine yurt ettikleri yeri silahla, ölesiye savundular. Türkler de bu topraklarda kendilerinden önce yaşayanların mezar taşları bile “hazır inşaat malzemesi” gibi gördüler.

David Graeber ve David Wengrow, Anfänge (=Başlangıç, 2024) adlı kitaplarında Rousseau’ya dayanarak, insanların kentleşmeyle birlikte mutluluğu yitirdiklerini söylerler. Kentleşme, bir anlamda masumiyetin kaybıdır. Bugün bile kentleşme çok sayıda travmatik olayı ve yabancılaşmayı beraberinde getiriyor. Tarih boyunca kentliler taşralıları aşağılamıştır: Eski Atina’da “barbarlar” Atinalı olmayanlardı; Romalılar da benzer bir tutumdaydılar. Kentliler kendilerini üstün bir konuma yerleştirip taşralıları küçümsediler. İstanbul’a gelenler de benzer deneyimler yaşar. Kentte “kentli olma” baskısı vardır. Herkes yöresel özelliklerini görünmezleştirir. Bazen bu baskıya tepki olarak yöreselliğini gurur kaynağına dönüştürür: “Dadaş”, “Yiğido”, “Gakkoş” gibi kimliklerle… Bazen de yöresel başarılar sahiplenilerek “milli gurur” inşa edilir. Ama “milli gurur” çoğu kez bir yanılsamadır — negatif olanı pozitif bir örtüyle gizlemenin yolu. Birçok alanda geride kalmış bir toplumun, “Türklükle mutlu olma” çabası gibi.

Arlie Russell Hochschild, Geraubter Stolz (=Çalınan gurur, 2025) adlı kitabında Aristoteles’e gönderme yaparak, gururun başarıyla ilişkisine dikkat çeker: İnsan, başardığı şeyle gururlanır; başarı ve gurur birbirine karışır. Bazen insanlar başkalarının başarısıyla da........

© Artı Gerçek