Post-Dijital çağ ve Yapay Zekâ: Toplumsal dönüşümlere adapte olmak mı olmamak mı?
Post-dijital çağ, adından da anlaşılacağı gibi, dijital teknolojilerin artık olağan bir gerçeklik haline geldiği bir dönemi tanımlar. Dijital olan, hayatımızın her alanına sızmış ve doğal bir çevre haline gelmiştir. Bu çağda dijital teknolojiler artık bir yenilik olmaktan çok, toplumsal yapıların ve bireysel kimliklerin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. İlk olarak 2000'lerin sonlarında dijital kültür araştırmacıları tarafından ortaya atılan bu kavram, dijitalin sadece bir araç olmaktan çıkıp, sosyal, kültürel ve ekonomik süreçlerin dokusuna nasıl işlediğini vurgular.
Çok iyi hatırlıyorum. 1990’lı yıllarda ünlü bir iletişimci ve hocalarımızdan biri sohbetimizde bana söyle demişti. “Sen bana bilgisayar kullanmanın yazı yazarken çok kolaylık sağlayacağını, klavyeden yanlış yazdığım kelimeleri kolayca düzeltebileceğimi söylüyorsun ama ben daktiloda yazı yazarken yanlış yazdığımda o kâğıdı çıkarıp yırtıp atıp sonra yeni baştan yazmayı seviyorum. Bu beni yaratıcı yapıyor” demişti. Bugün geldiğimiz noktada yazı yazmak için daktilonun kullanılabileceği ve bunun yaratıcılığımızı artırabileceği aklımızın ucundan bile geçmiyor. Ve sözlerimizi akıllı telefonumuzun mikrofonuna doğru söyleyerek ekranda yazıya dökülmesini izliyoruz.
İşte bu bizim post-dijital çağda yaşadığımızın en belirgin ve hayatın içinden göstergelerinden biri.
Örneğin, sosyal medya artık sadece bir iletişim platformu değil; kimliklerimizin sergilendiği, toplumsal ilişkilerin yeniden tanımlandığı ve hatta siyasi hareketlerin örgütlendiği bir zemin haline geldi. Sanal ve fiziksel dünya arasındaki çizgiler bulanıklaşmış, bu iki boyut birbirini sürekli olarak yeniden tanımlayan bir ilişki içine girdi.
Ancak post-dijital çağın en dikkat çekici özelliği, teknolojinin artık görünmez hale gelmesidir. Çevremizdeki algoritmalar, yapay zekâ........
© 12punto
visit website