Fizik bilimi 100 yıldır neden hiç ilerlemiyor?
Başlığı böyle attım ama sonra tereddüte düştüm.
Acaba, insanlar Maxwell’den, Planck’tan, Einstein’dan, Rutherford’dan, Bohr’dan, Heisenberg’den, Schrödinger’den, Dirac’tan önce aynı şeyi düşünüyor muydu:
‘Kaç yüzyıl önce Newton’un kurduğu fiziği bir adım öteye götüremedik’ diyen var mıydı?
Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim: Hayır, yoktu!
İnsanlık Newton mekaniğinden, onun beraberinde getirdiği determinizmden o kadar memnundu ki konu fizikle sınırlı kalmamış, 19. yüzyılda icat edilen başta sosyoloji olmak üzere bütün diğer beşeri bilim alanlarında bile bir çeşit Newton mekaniği kurulmaya çalışılıyordu.
Bazı felsefecilere göre eğer bu mekanik de kurulabilir, toplumsal düzenin determinizmi her yönüyle keşfedilebilirse ‘tarihin sonu’ da gelecekti.
Hatta Karl Marx gibi, Emil Durkheim gibi dünyaya bakışları çok farklı kimi düşünürler, bize ‘tarihin sonu’nu, insanlığın ulaşabileceği son aşamayı tarife bile girişmişti.
Ama işte önce Einstein geldi, Newton mekaniğini ortadan kaldırdı, ardından Niels Bohr ve Werner Heisenberg determinizmi yok etti, derken Schrödinger ve Dirac tabuta son çivileri çaktı, dünya yepyeni bir bilinmezliğe girdi.
O belirsizlik ve bilinmezlik çağı son yüzyılda bütün beşeri bilimlere ve sosyolojiden siyasete insan ilişkilerinin her tarafına da girdi; pek çoğumuzu fazlasıyla rahatsız eden bugünlerin kuralsızlıklarına, hatta Donald Trump’a kadar geldik. Kuralsızlığın kural haline gelmesinde fizik bilimindeki krizin katkısı var.
Geçmişten farklı olarak, son 100 yıldır fizik biliminde bir duraklama olduğunu söylüyoruz; çünkü sözünü ettiğim belirsizliği yaratan bir krizi var fiziğin ve bu krizi çözemiyoruz.
Daha önce defalarca bu krizi anlatan yazılar yazdım, çok kabaca özetlemeye çalışayım:
Fizik bilimi, doğanın yasalarını çözmeye çalışıyor. Bu sayede hem evrenin ve ‘madde’nin nasıl ortaya çıktığını bulmaya hem de bundan sonra neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyor.
Evreni yönettiğine inandığımız dört temel kuvvet var. Bunlar kütle çekim kuvveti, elektro manyetik kuvvet, atomun içindeki zayıf kuvvet ve güçlü kuvvet.
Bunlardan kütle çekimi için elimizde Einstein alan denklemleri var. Denklemler 100 yıldır bizi hiç yanıltmadı, her seferinde hesabımız doğru çıktı, yani denklemlerin öngördüklerini evrende de kendi dünyamızda da defalarca gözleyerek kanıtladık.
Geriye kalan üç kuvvet ise fizikçilerin ‘Standart Model’ adını verdiği, başlangıcı 1920’lere kadar giden ama esasen 50’li ve 60’lı yıllarda bir araya gelen bir dizi teori ve deneye dayanan karmaşık bir bütün tarafından gayet başarılı biçimde izah ediliyor.
Standart model bir atomun nasıl olup da bir araya geldiğini ve zaman içinde de nasıl bozunduğunu o kadar başarıyla anlatır ki, bu modele dayalı olarak artık laboratuvarda atom ve hatta anti-atom bile yaratabiliyoruz.
Bu noktada bir parantez açıp bir ironiden söz edeyim: Standart model, dediğim gibi bir atomun içinde yaşananları, yani maddenin ortaya çıkışını anlatan denklemler bütünü. Bütün modelin temel dayanağı da Einstein’ın 1905’te ortaya attığı E=MC2 denklemi, yani kütleyi (M) ışık hızının karesiyle (C kare) çarparsanız enerjiyi bulursunuz. Denklem bize enerjiyle maddenin aynı şey olduğunu, bir birine dönüşebilir olduğunu söyler.
Fakat sorun şu ki, Standart Model ile Einstein’ın 1915’te yayınladığı genel görelilik teorisindeki kütle çekim modeli birbiriyle bağdaşmaz; evreni yöneten dört kuvvetin biri başka, üçü başka kanunlara yaslanır ve bu iki modeli tek bir denklemde ifade edemeyiz.
İşte fizik biliminin temel krizi bu ve kriz 100 yıldır devam ediyor.
İnsanlık zamanında Newton fiziğinin bir kriz yarattığını düşünmüyordu, çünkü bilgisi ve teknolojisi ortada bir kriz olduğunu görmeye yetmiyordu. Ama........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein
Rachel Marsden
Joshua Schultheis