menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İngiliz Kraliyet Ailesi ve Lordlar: Kapitalizmin beşiğinde feodalizm devam mı ediyor?

15 0
21.12.2025

Westminster Parlamento binasında, bu önemli komisyon toplantısı için genişçe bir salon ayılmıştı. Bir tarafta Avam Kamarası’nın parti temsilcilerinden oluşan heyet, karşısında, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin Mali İşler Sorumlusu Bertie Ross ve ekibi… 2005 yılında, İşçi Partisi’nin Tony Blair önderliğinde seçimi kazanmasından kısa süre sonra toplanan parlamento komisyonu, şirket statüsünde faaliyet gösteren Lanchaster ve Cornwall Dükalıkları’nın, neden diğer şirketlerle aynı kurallara tabi olmadığını soruşturuyordu. Toplantı basına açıktı.

Konuyla ilgili kesimlerin çok iyi bildiği ama geniş kamuoyunun pek de haberdar olmadığı bir gerçek, bu toplantıda su yüzüne çıkmıştı. Birisi “Majesteleri”nin, diğeri de onun veliahtının şahsi “şirketi” olan, çok geniş toprakların ve bu toprakların altındaki-üstündeki her türlü mal varlığının sahibi olan bu iki dükalık, kurumlar vergisi ve sermaye kazancı vergisi (stok dışı menkul ve gayrımenkul varlıkların satışından elde edilen kârın vergisi) ödemiyordu.

Bunlar Bertie Ross’u terletecek konular değildi. Neticede, gelenek ve teamüller bir yana, her şey dükalıkların 1863’den beri yürürlükte olan “Yönetim Yasaları”na uygundu. Ancak, bir soruyu cevaplamadan önce, Ross bir an durakladı. Kendisinden, bu iki dükalığın mal varlıklarının bir listesini vermesi istenmişti. İlk tereddütten sonra gelen cevap salonda buz gibi bir hava estirdi: “Veremem efendim.” Soru sahibi ısrar etti: “Nasıl veremezsiniz? Bunların bir listesi yok mu?” Ross, aynı soğuk ifadeyle cevabını yineledi: “Var ama veremem efendim.”

Kraliyet ailesinin mali işler sorumlusu, bu özgüveni, bu gücü nereden alıyordu?

Geçen hafta bu köşede, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin serveti konusunu işlemiş ve adı Bernie Epstein pedofili skandalına karışan Prens Andrew’un uzun yıllardır Kraliyet mülklerini kira vermeden kullanması üzerinden, yakın dönemde (bir kez daha) Monarşi’nin mal varlığının gündeme geldiğini anlatmıştım. Özetleyecek olursak, Kraliyet ailesinin serveti, her biri farklı statüye sahip üç temel ayağa dayanıyordu.

Değeri en az 20,5 milyar dolar olarak tahmin edilen “Kraliyet Mülkleri”nin (The Crown Estate) hazineye giden gelirinden Monarşi’ye bir “tahsisat” ayrılıyordu, Bu, 2025-26 mali yılı için 177 milyon dolardı… “Kraliyet hizmetleri” için verilen tahsisat bütçe gibi çalışıyor, kullanılmayan kısmı hazineye geri dönüyordu.

Parlamento soruşturmasına konu olan ve halen Kral Charles’ın mülkü konumundaki Lanchaster Dükalığı ile veliaht Prens William’ın mülkü Cornwall Dükalığı, toplamda minimum 2,4 milyar dolara yakın bir varlığı olan iki “şirket”ti ve aileye 63 milyon doların üzerinde bir yıllık gelir temin ediyorlardı.

Bir de şirketlere ait olmayan özel gayrımenkuller, sanat koleksiyonları. mücevherler, milyonluk atların olduğu bir hara ve dünyanın en büyük pul koleksiyonu vardı. Bunların da muhafazakar bir tahminle 1,4 milyar dolara yakın değeri olduğu tahmin ediliyordu. Şirketlerin hiçbiri kurumlar vergisi ödemiyordu. Nesilden nesile devredilen dükalıklar için veraset vergisi de ödenmiyordu.

BBC’nin 63 yıllık mensubu, 87 yaşındaki gazeteci-televizyoncu David Dimbleby’nin hazırlayıp sunduğu, “Monarşi ne işe yarar?” (What is the Monarchy for?) belgesel dizisinde Monarşi tarihçisi Anna Whitelock, “Başlangıçta Monark vergilendirilmiyordu, çünkü zaten orduyu ve savaşı Monark finanse ediyordu,” diye açıklıyordu tarihsel geri planı. Ancak tabii zamanla roller değişmişti. Lordların temsil edildiği ilk meclisin kurulmasından (1265) bu yana, kralla lordlar arasındaki en büyük çekişme vergi konusuydu. Kral istediği gibi vergi koyamamalıydı. Bundan 30 yıl sonra “Avam Kamarası”nın da işin içine girmesiyle bu çekişme daha da arttı. Bu açıdan İngiltere’de monarşinin vergi tarihinin, kralla tebası arasındaki çekişmenin tarihi olduğu söylenebilir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz BBC dizisinden öğreniyoruz ki, Kraliçe Elizabeth’in babası VI. George’dan önce krallar-kraliçeler gelir vergisi ödüyorlardı. Örneğin Kraliçe Victoria, VII. Edward, Kraliçe Elizabeth’in büyükbabası V. George vergilerini ödemekteydiler. Ama VI. George Kraliyetin masraflarının çok yüksek olduğu ve vergi ödememesi gerektiği konusunda hükümeti ikna etmişti. Kraliçe II. Elizabeth de, babasının sağladığı bu ayrıcalık bir gelenekmiş gibi davranarak, söz konusu vergi düzenlemesini devam ettirdi. Böylece Kraliyet ailesinin vergi ödememesini normalleştirdi. Bu da Monarşi’nin servetinin on yıllar boyunca kontrolsüz şekilde büyümesini sağladı. Ta ki, Windsor Şatosu’nda çıkan yangına kadar…

20 Kasım 1992’de Windsor Hanedanı’nın Londra dışındaki ikametgahı olan Windsor Şatosu’nda yangın çıktı. Bir kasabanın ihtiyaçlarına göre kurulmuş olan Windsor itfaiyesi yangını söndürmekte yetersiz kaldı. Yardım gelmesi gecikti ve sonunda Şato’nun sakinlerinin ve misafirlerin kullandığı daireler ile yakın zamanda Fransa Başkanı Macron’a veya ABD Başkanı Trump’a verilen büyük yemek davetinin görüntülerinden hatırlayabileceğiniz, görkemli St George salonu kül oldu. Zarar 48,8 milyon doları geçiyordu. Zararın devlet tarafından karşılanacağının belli olmasının ardından, Kraliyet ailesi halkın büyük tepkisi ile karşılaştı. Gerçi Windsor Şatosu devlet malıydı ama, İngiltere’de neyin devlet malı, neyin Monarşinin özel mülkü olduğu meselesi karışık ve az bilinen bir konuydu. “Şatoyu Kraliyet ailesi kullanmıyor mu, o zaman onlar ödesin,” deniyordu, “tamir masrafı neden bizim cebimizden çıkıyor?”

Sonunda Kraliçe, toplamın küçük bir bölümünü, birkaç milyon sterlinlik bir miktarı kendi cebinden ödedi. Bu “jest” yetersiz bulundu ve homurdanmalar kesilmedi. Bütün böyle dönemlerde olduğu gibi, “kraliyet ailesi niye var, bu servet nereden geliyor, bu şaşaaya ne gerek var,” tartışmaları ayyuka çıktı.

Kraliyet ailesi itibar kaybını durdurması gerektiğini görüyordu. Önce Buckingham sarayını halka açtı. Ardından sürpriz bir hamle daha yaptı. Dönemin Başbakanı John Major bu sürpriz hamleyi şöyle açıklamıştı: “Majesteleri, birkaç ay önce benden, gönüllü olarak vergi ödeyebileceği temeli düşünmemi istedi. Galler Prensi de benzer bir talepte bulundu.”

Böylece Başbakan, Kraliçe’nin bu talebini yangından önce dile getirdiğini söylemiş oluyordu. Ancak yine de bu olay, “ulusal hafıza”ya pek bu şekilde kaydedilmedi.

Kraliçe II. Elizabeth ve veliahtı Galler Prensi Charles, “gönüllü olarak” 1993-1994 mali yılından itibaren, Lancaster ve Cornwall dükalığının sağladığı yıllık gelirler ve kişisel yatırımlarının getirileri (faiz, kira, kupon vb.) üzerinden gelir vergisi ödemeye başladılar.

Bu dükalıklar, sermaye kazancı ve veraset vergilerinden muaf olmaya devam ediyordu. Özel konutlarının masrafları da vergiden düşülebilecekti. “Kraliyet Mülkleri” ise kısmen devlet malı gibi kabul edildiğinden tümüyle kapsam dışıydı.

Annesi Kraliçe Elizabeth’in........

© 10 Haber