menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yanaşmalar, Utananlar, Direnenler

14 0
10.11.2025

Vicdanın tutanağı geç de olsa kendini gösteriyor.

Zaman, insanın kendine yaptığı yanlışları gizlemiyor; onların ortaya çıkması olsa olsa gecikebiliyor.

Yanaşma Kültürü, sonunda yegâne ‘Varlığını Sürdürme’ stratejimiz mi oldu, her gün gördüğümüz bu mu?

Bu topraklarda “Yanaşma Kültürü” (güçlüye, geçerli olana yamanma, yılışma, dalkavukluk, ‘hamili kart yakınımdır’ ilişkileri, vs.) bir ‘yaşam biçimi’ olmanın ötesinde, tarihsel-sosyolojik-ekonomik kökleri olan, değişerek devam etmiş bir ‘kültürel form.

Güvelik arayışı olarak, Yanaşma ile liyakatın yerine geçmiş, imtiyaz ve çıkar karşılığında güçlüye gösterilen sadakat ve onun üzerinde üzerinden kendini konumlanma vakaları belli ki git gide yaygınlaşmış durumda.

‘Adamını bulmanın’ Osmanlı’da ‘fiili bir kariyer stratejisi’ olduğu zaten öteden beri yazılır, çizilir.

Ama artık bu sadece parasal ya da siyasal bir olgu değil.

Daha berbatı, bu tutumun taraf’ı filan da kalmadı.

Farklı görüşlerde kendini ısrarla belli eden bütün yanaşmalar handiyse birbirinden farksız.

Başta medya, akademi, sanat, iş dünyası, sivil toplum gibi tüm alanlara yayılmış bir ilişki kurmanın örneği gibi hepsi.

‘Kim olursa olsun yeter ki benden olsun’ kafasının, karpuz seçer gibi farklı kenarlara ite ite, bizi getirdiği durum bu.

Yanaşma Kültürü, patrimonyal devlet yapısından, onun kalıntılarından geliyor.

Çünkü bunların Osmanlı’daki kökeni, Patrimonyalizm (Himaye sistemi) ve Kapı Kulluğu’ydu.

Devlet kaynaklarına erişim, padişah ve vezirlerin kapısına yanaşma ile mümkündü.

Daha ilginci, Şairler padişah ve paşalara kasidelerle yanaşır, karşılığında himaye alırdı.

Sonuçta ‘güce yakınlık’, meşru hak ve liyakatten daha etkili bir varolma mekanizması haline geldi.

Zaman içinde neredeyse yönü önemsiz toplumsal bir refleks oldu. Kimileri........

© 10 Haber