Sevgili günlük…
12 Ekim, İstanbul
Doorstep’te oturuyorum. Kahve içip Lars Svendsen’in ‘Yalnızlığın Felsefesi’ni okuyorum. Okumaya çalışıyorum diyelim. Sanayici olduğunu söyleyen bir adam, küçük dünyaları ben yarattım havalarında ve karısı da onun mağduru olarak oturuyor yan masada. Kendime ait bir dünyamın olması ne kadar büyük bir ayrıcalık, bu tür insanları gördüğümde anlıyorum. Bu tür insanlarla muhatap olmak zorunda kalmamak ne kadar güzel bir ayrıcalık.
14 Ekimdeki Touche programı yalnızlıkla başlıyor. Bu nedenle biraz yalnızlığa ihtiyacım var. Yalnızlığın, yalnızlıktan çıkma olanağımız olduğunda iyi gelen bir yaşantı olduğunu söyleyebilir miyiz? Çoğu insan için. Ayrıca zorunlu olmayan bir seçim olarak yalnızlık ulaşılacak bir öteki olmadığında da olumsuz bir şey olmaktan çıkar.
Ruh halleri. İnsanın kendi ruh halinden sorumlu olup olmadığını düşünmek gerek. Svendson kognitif terapinin iddialarıyla uyum içinde, ruh hallerimizden dolaylı olarak sorumlu olduğumuzu söylüyor. Ruh hallerimizin düşüncelerimizden sorumlu olduğu da söylenebilir ve hangisinin daha güçlü bir belirleyici olduğu tartışılır. Ve ayrıca hangisinin daha çok işe yaradığı da. Bazan de düşünce ve duygu o kadar iç içe geçebilir ki, hangisinin hangisinden sorumlu olduğunu bilebilmek mümkün olmadığı gibi, bunu ortaya çıkarmaya çalışmak da pek manalı olmayabilir.
20 Ekim, İstanbul
Günlerdir güncenin başına oturamıyorum. Yazacak bir şey olmadığından değil elbette. Neyin beni engellediğini bilmiyorum henüz.
Pınar’la yalnızlık konulu ilk programımızı yaptık.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein