menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kısa ömür rahat hayat

15 0
10.10.2024

Güvendeyiz duygusuna ihtiyacımız artık o kadar çok ki, bu duyguyu doğuracak yanılsamalara kapılıp gitmeye de hazırız. On yıl önceki bu köşedeki yazıma başlangıç cümlem bugünü henüz bilmediğimden olsa gerek daha kötüsü olmaz düşüncesini taşıyormuş.

Güvendeymişiz gibi hissetme ihtiyacını, ‘kısacık ömrümüzde rahat etmek’ arzusunu azımsamayın; çevremizde ölümlülüğümüzü çağrıştırıcı olaylar (beka ve güvenlik için kırk bin kişinin katledilmesi gibi kitlesel, haddini bildirmek için kadınların başlarının kesilip sokağa fırlatılması gibi bireysel katliamlar, savaş tehditleri ya da önlenebilir kazalarla ölümler) çoğaldıkça durumumuza razı olma eğilimi güçlenir. Sahiden ‘beterin beteri vardır’; gün gelir bugünümüzü de arayabiliriz.

Kan dökücülüğün (daha yumuşak deyimle şiddetin) baskıcılığın bir aracı olduğu besbelli; ancak baskıyı yapan ile şiddeti uygulayan nadiren aynı ‘kişi’. Elimizdekileri kaybetme olasılığı hatırlatıldığında fazladan şiddet uygulamasına gerek de kalmıyor.

Peki, bu eğilimler çoğumuzda ve oldukça güçlü biçimde var olmasına rağmen hayatın akışını değiştirebilmek nasıl mümkün oluyor? Adaletsizliğe, eşitsizliğe, insanların ve diğer canlıların acı çekmesine ve zarar görmesine karşı çıkanlar ne oluyor da kendilerine bir zarar olmadığı halde rahatlarını bozuyorlar? Kimine göre bu bir yaş meselesi, gençken delikanlı aklıyla kalkışılan ‘büyüyünce’ vazgeçilen bir kötü alışkanlık gibi…

Belki de burada ahlaki duruşun hepimizde çok derinde duran evrensel ve evrimsel bir ‘tel’e dokunduğunu söyleyebiliriz. Kültürlerarası-sosyal psikoloji ahlaki gelişime ilişkin çok sayıda hipotez ve teori barındırmakla beraber, fikir ayrılıkları ahlaki ‘dürtü’lerin ve temaların ne olduğundan ziyade nasıl sınıflandırılacağı ve ne zaman, kimlerde ortaya çıktığı üzerinde oluyor. Grup aidiyetinin (bizdensin, ama ne saflıkta, tam mı yarım mı?), hiyerarşinin (kim üstte kim altta kalır, kim çok kim az alır), alma-vermenin (eşit mi, hak mı, az mı fazla mı) nasıl düzenlendiğine ilişkin bir ahlak yapılanması içinde hepimiz kendimize bir yer belliyoruz. Kendinden olmayana toplumsal hiyerarşide yükselme imkânı tanıma (‘beyaz seçmen, siyah başkan’) ve kendinden olmayanı besleyip büyütme (sağlıksız, başka genetik kökenden bir evlat edinme ya da ‘asmayıp besleme’) gibi işler, düşman gördüklerimizle beraber yaşamanın, nefret ettiğimizde sevecek bir şey........

© Şalom


Get it on Google Play