Şair Cahit Koytak, Allah’ın elçisinin şu anda tebliğini yapmakta olduğunu varsayarak sorgulamasını şöyle sürdürüyor:

Bin üç yüz doksan yıllık düşünce sürecini, bu alanda olup bitenleri, kitablarıyla, “vahiyle döşenen tevhit yolunun”, eş deyişle, “sırat-ı müstakim”in kıyısında yer alan Farabi’yi, İbn Rüşt’ü, Nietzsche’yi, Hegel’i, Heidegger’i ve başkalarını okuduğu gibi, Dante’den Shakespeare’e, Dostoyevski’den Tolstoy’a, Kafka’ya, Nazım Hikmet’ten Oğuz Atay’a kadar sanatçıları da sever miydi? Aynı şekilde bütün türleriyle sanatın ilgisizlikle yoksullaşmasına, nerdeyse yok olmaya gidişine kaygıyla bakmaz mıydı?

İnsanların, toplumun hayatını, ilgisini, merakını, yaşayış tarzını, istek, özlem ve beklentilerini, tek tipleştirerek sıradanlığa dönüştüren araçların, yöntemlerin, konuların dışına çıkarak “Gökçe Söz”ü, “İlahi Kelam”ı bildirmenin, duyurmanın çabasını, yolunu aramaz mıydı? Üstelik “Allah’ın kelamını türkü gibi mi okurdu?”

Allah’ın elçisinden bir başkası da olsaydı, bugünkü hayatı sorgulamayı, salt insan olarak kendine görev edinebilir, böyle bir sorumluluk taşıdığını ortaya koyma gereği duyabilirdi.

Fakat Hz. İsa, Hz. Musa ya da Hz. Muhammed gelmiş olsalardı, mutlaka yalıların, yazlıkların eşiğinden içeriye adım atmayacakları açıktır ve kesindir. Hele verandadan baş köşeye kurulup kendini gördüğü manzaranın “sahibi” sayarak, “Boğazın lacivert sularını” seyrederken “Rezzak’a” şükredebilirler miydi?

Sözgelimi;

“Höpürdetir miydi, kuşkonmaz çorbamızı

Şu bizdeki tiyatro artığı sahte yalvaçlar,

Feto’lar, Çeto’lar ve her boydan, her meşrepten,

Balonlu, kablolu, uzaktan kumandalı

‘Efendi hazretleri’ gibi iştahla dilini şapırdatarak?”

Şairin cevabı açık ve kesin olarak hayır, yani “haşa!”dır, ama onun “hanif”çe karşı çıkışı, hatta “infial”idir.

Öte yandan sadece karşı çıkışla yetinmez şair. Eğer bir elçi gönderilmiş olsaydı, onun ilk yapacağı kenar semtlerden başlayarak, insanlara “insan-kalanları” doğru ya da düz yola çağırmak olacaktır. Çünkü onlar, evsiz, barksız, yoksuldurlar. Ekmekleri, aşları, din ve dünyaları ellerinden alınanlardır. Havaları, suları ve petrolleri çalınıp çırpılanlardır. İşte onlarla, evlerinden, köylerinden, yurtlarından kovulanlarla yürünecektir. Yani geçmişteki Azteklerdir, İnkalardır, Eskimolardır, Filistinlilerdir, Gazzelilerdir, Suriyelilerdir, Iraklılardır, Doğu Türkistanlılardır vb.

Karşı çıkılanlar, “halkın petrol parasıyla”, “kudurmuş Batılı şeytanlar”, tonlarca ağırlıktaki “demir robotlar” satın alıp önlerine, arkalarına, “zulalarına” korumalar dikenlerdir. Halklarının gözlerini yıldıracaklarını sanan, “akıllarını Amerikalılarla azıtmış, tozutmuş”, aynı zamanda “Vicdanlarını, kirli sakal gibi kazıtmış”/Azgın petrol şeyhleri”, “firavun dölleri”dirler.

Ancak yine de, onlara da “İnsan’ı, İslam’ı ve “İman”ı yeniden öğretmeyi!” unutmaz şair.

Cahit Koytak’ın “Hira’dan Piste İniş” Üzerine Uçuk Sorular” şiirinin tamamını “Yitiksöz”, s. 20, Aralık 2023-Ocak 2024, s. 4-9’da okuyabilirsiniz.

QOSHE - Sanatçıdan/Şairden Al Haberi-II - İsmail Kıllıoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Sanatçıdan/Şairden Al Haberi-II

8 0
07.02.2024

Şair Cahit Koytak, Allah’ın elçisinin şu anda tebliğini yapmakta olduğunu varsayarak sorgulamasını şöyle sürdürüyor:

Bin üç yüz doksan yıllık düşünce sürecini, bu alanda olup bitenleri, kitablarıyla, “vahiyle döşenen tevhit yolunun”, eş deyişle, “sırat-ı müstakim”in kıyısında yer alan Farabi’yi, İbn Rüşt’ü, Nietzsche’yi, Hegel’i, Heidegger’i ve başkalarını okuduğu gibi, Dante’den Shakespeare’e, Dostoyevski’den Tolstoy’a, Kafka’ya, Nazım Hikmet’ten Oğuz Atay’a kadar sanatçıları da sever miydi? Aynı şekilde bütün türleriyle sanatın ilgisizlikle yoksullaşmasına, nerdeyse yok olmaya gidişine kaygıyla bakmaz mıydı?

İnsanların, toplumun hayatını, ilgisini, merakını, yaşayış tarzını, istek, özlem ve beklentilerini, tek tipleştirerek sıradanlığa dönüştüren araçların, yöntemlerin, konuların dışına çıkarak “Gökçe Söz”ü, “İlahi Kelam”ı bildirmenin, duyurmanın çabasını, yolunu aramaz mıydı? Üstelik “Allah’ın kelamını türkü gibi mi okurdu?”

Allah’ın elçisinden bir başkası da olsaydı,........

© Milli Gazete


Get it on Google Play