menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Meta(sız) fizik ya da bir beden felsefesi olarak olimpizm

6 0
05.08.2024

Bir zamanlar Yunan Tanrılarının biz gibi fâniler arasında yürüdüğüne inanıldığı Olimpos Dağı’nın eteklerinde binyılı aşacak bir gelenek doğdu. Atletik cesaretin, manevi saygının, beden, zihin ve ruhun mükemmel bütünlüğünün en saf hâliyle kutlandığı bir festivaldi bu. Bilindik ismiyle Olimpiyatlar. Ancak sakın karıştırmayın ne bu antik dünyaya ait oyunları ne de onun atletlerini modern vârisleriyle. Çünkü onlar Ὀλῠ́μπῐοι, yani Olimposlulardı. Antik Yunanlılar için onları tanrılar olarak çağırmak basit bir dil sürçmesi falan da değildi üstelik. Çünkü onlar Antik Yunan Tanrılarının temsil ettiği çeşitli mükemmelliyetleri bedenen olanaklı kılan, hatta beden, irade ve ruhun kusursuz harmonisini kendilerinde gerçekleştirenlerdi. Bu oyunları sözcükleri vasıtasıyla ölümsüzleştiren, galiplere sunduğu incelikli övgüleriyle şiirlerini dokuyan, daha sonrasında süreç felsefesinin başucu kavramı olacak olan oluş’u (γένος) Olimpiyatların harcına çalan Antik Yunanlı şair Pindaros da bundan başka neyi kastedebilirdi ki şunu şiirleyerek : Ἓν ἀνδρῶν, ἓν θεῶν γένος· ἐκ μιᾶς δὲ πνέομεν / ματρὸς ἀμφότεροι (Yalnız tek bir ırkı vardır insanlar ve tanrıların / Bir anneden ikimiz de nefes alıyoruz). Bu dizeleri aracılığıyla Olimpiyat ruhunun, daha doğru bir ifadeyle Olimpizm’in özünün atletik zaferlerden ziyade Tanrılarla insanlar arasında bir bağ kurma çabası olduğunu, insanın bedenen başlayan gelişiminin ruhen ve zihnen de kemale erişi olduğunu gözler önüne sermişti Pindaros. Benzer bir şekilde Modern Olimpiyatların babası Baron de Coubertin de Qu’est-ce que l’Olympism? (Peki nedir Olimpizm?) adlı makalesinde olimpizmin “hijyen ve medeniyetin üzerine inşa edilmiş, sanat ve düşünceyle çevrelenmiş viril sporların uygulanmasıyla ortaya çıkan [bir nevi] enerji dini, yoğun iradenin güç kültü” olduğunu söylüyor ve olimpizmin biricik temel ilkesinin bedenin, zihnin ve iradenin denge içerisinde harmanlanmadığı bir hayat felsefesi olduğunu gözler önüne seriyordu. Böylelikle Olimpiyatlar ilk bakışta sporun kültürle buluştuğu, çabaya ve güzel örneğe dayalı, ilahi ve ahlaki ilkelere saygılı insanî bir eğitim sistemi olarak kendini dünyaya duyuruyordu. Oysaki olimpizmi antik kökleriyle tekrardan diriltmeye çalışan Baron de Coubertin bu tanıtımında bir aksaklık hissetmiş olacak ki ölümünden kısa bir süre önce, belki yaklaşan dünya savaşının ve yükselen faşizmin olimpiyat ruhuna sızmasından duyduğu rahatsızlıktan olacak, 1936’da Modern Olimpiyatları tanımlamakta başarısız olduğunu itiraf ediverdi. Çünkü olimpizmle tanımladığı tüm bu değerler silsilesi 1936 Berlin Olimpiyatlarıyla ayaklar altına alınıvermişti. Elbette yine bedenin, zihnin ve iradenin bir birlikteliği söz konusuydu, ancak bu defa ahlakî değerleri insanın kusursuzluğunda yüceltmektense insanın bedenî ve mücadeleci tabiatının Nazi Almanya’sının propagandasına dönüşmesiydi Olimpiyatlarda sahnelenen. Hele ki İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle yaşanan Soğuk Savaş ve sonrasının Olimpiyatları da olimpizmin bu sıralanan değerlerine dönmek şurada dursun dopingler, cezalar, boykotlar vb. daha bir çok vakayla olimpizmin unutuluşuna, onun sadece köhnemiş, seremonilerde adının geçtiği hayalet bir kavrama dönüşmesine sebebiyet veriyordu. Olimpizm artık kimsenin üstüne kafa yormadığı, filozofların ve düşünürlerin ilgisini çekmeyen ansiklopedik bir terime dönüşüvermişti. Böylece günümüz olimpiyatları için Pindaros’un olimpiyatlara şiirlediği insanın ruhunun kalıcılığının, bedeninin yüceliğinin temsili olduğunu söylemek git gide güçleşiyor, bu oyunlar salt ticari bir eğlenceye evriliyordu. Hele ki Modern Olimpiyatların geniş ticari çıkarlarının yanına siyasi imajların ve yoğun medya tantanalarının da en ateşli hâllerinde eklemlenmesiyle beraber insanın kusursuza yakın harmonisindeki yüceliğini de ortaya koyduğu fikri her birimiz için unutulup gitmeye yüz tuttu. Bir zamanların milletler arası birlik ve beraberliğini, insanların atletik kusursuzluk arayışını, adil oyun, amatör ruh ve kutsala karşı saygılarını muştulayan Olimpiyatların artık amansız rekorların, ulusal kibirlerin, ahlakî değerlerin profanlaşmasının sahnelendiği bir gösteriye indirgenmiş olduğu aşikar değil mi? Bu sebeple modernliğin bu stadyumlarını gerek sporcu gerek izleyici olarak arşınlarken günümüz Olimpiyat Oyunlarının Pindaros’un senfonisini hâlen yaşattığını mı yoksa bu köklerini nostaljik bir tınıya, hoş bir sedaya indirgediğini mi sorgulamak zorunlu hâle geliyor. O hâlde ister istemez Baron de Coubertin sıklıkla cevap aradığı ancak hiçbir zaman cevaplayamadığı şu soruyu dönmüş oluyoruz : Peki nedir Olimpizm? Olimpiyatlar gerçekten neyi temsil ediyor?

Geçmişi şöyle bir yad edersek Olimpizm’in Pierre de Coubertin tarafından 1894’de modern olimpiyatlar fikrinin ilk kez gündeme geldiği dönemde ortaya atıldığını görebiliriz. İlk başta yalnızca Antik Olimpiyatlara öykünerek modern olimpiyatların düzenlenmesi fikrini kapsayan alelade bir sözcükken 1914 yılında olimpik değerleri ve kuralları kapsayan Olimpiyat İlkelerinin ilk kez duyurulmasıyla bu sözcük kavramlaştı. Coubertin’in kaleme aldığı bu ilk İlkeler’de olimpizm bedenin, iradenin ve zihnin tüm niteliklerinin bir denge içerisinde yüceltilmesi ve kaynaşmasına dayalı bir hayat felsefesi olarak açıklandı. Sonrasında da Coubertin’in bu ifadesi birçok farklı değişimlere tabi olarak birçok kez olimpiyatların ardındaki hayat felsefesi olarak kendisine yer buldu. Ancak olimpizmde değişmeyen tek anlayış bir hayat felsefesi olduğu iddiası değildi. Bunun da ötesinde atletik bir din olduğuydu. Her ne kadar dikkatimizi Roma’dan Antik Yunan’a kaydıran alman filologlar olsa da Coubertin’in bu olimpiyat fikrini oluşturmasındaki en önemli kaynak Lamartine da Costa’nın da tartışmaya açtığı........

© Independent Türkçe


Get it on Google Play