menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Yaşadıklarının kıskacındaki Türkiye

50 0
04.05.2024

Bilindiği üzere Minerva’nın Baykuşu akşam karanlığı çökünce kanatlarını çırpmaya başlıyor. Olmakta olanı kavramak ancak olup bittikten sonra mümkün zira. Tarih Meleği’nin bugünün fırtınası içinde belirsiz yarına doğru sırtı dönük şekilde savrulmasının anlamı da buradan geliyor. Bu durum belirsiz bir fırtınanın içinde savrulan, olacak olana maruz kalan bir nesne olduğumuz anlamına gelmiyor. Tersine insana ilişkin beklentimiz bu fırtınalı yolculuk içinde makul bir yol, anlamlı bir istikamet tayin ve takip etmesidir. Zaten aklın, hafızanın, tecrübenin varlığı ve anlamı da biraz bu tarz bir savrulmaya set çekmesinden ileri gelir. Akla, hafızaya, tecrübeye yer vermiyor veya bunları savrulmanın meşrulaştırma aparatları olarak konumlandırıyorsak o zaman hayat sonsuz bir maruz kalışın anaforu olmaktan öte bir anlam taşımaz. Şüphesiz insan, biraz da kaçınılmaz şekilde aklın, hafızanın, tecrübenin kıskacı altındadır. Aklın, hafızanın, tecrübenin olmayışına ilişkin yakınmalarımız esas itibariyle geliştirici fonksiyonlarından kopuk şekilde birer prangaya dönüştürülmüş olmalarından ileri geliyor.

Akıl, hafıza, tecrübe bize büyük bir konfor alanı sağlıyor. Yaşamı kolaylaştırıyor, bilinmezlikler üzerindeki perdeyi kaldırıyor, pratik bir işleyişi mümkün kılıyor. Bize belirli bir kurgu içerisinde birbirini destekleyen unsurlardan oluşmuş bir açıklama evreni veriyor. Ancak bu konfor alanında yaşam sürdürmenin karşılığında çıkarılan pahalı bir bedel de var. Kapatan, görünmez kılan, hiç düşündürtmeyen veya doğallaştırıp her türlü eleştirel okumadan muaf tutan niteliğiyle adeta gerçeklikle bağı kopartan, gerçekliği çarpıtan bir duruma yol veriyor. Kendileriyle, kendi gerçekleriyle yüzleşme becerisi gelişmemiş veya atıl kalmış olanlarda bu durum çok daha büyük maliyet oluşturuyor. Alışkanlıkların, ezberlerin çürüten bir tuzak olmakla kalmayıp aynı zamanda gerçeklikle savaş üslerine dönüşmesi Türkiye için de maalesef kronik bir durum. Bu durumun tarihsel-toplumsal bir hikayesi var elbette. Neden böyle olduğuna ilişkin anlaşılabilir bir tarihsel arka plan da sunulabilir. Ancak anlamak, açıklamak, meşrulaştırıcı gerekçeler ileri sürebiliyor olmak; mevcudun muhafazası, müdafaası ve tahkimi için dile geliyorsa veya öyle bir işlev görüyorsa o zaman çok dikkatli davranmakta zaruret var demektir. Türkiye’nin ihtiyaçlarına, toplumun beklentilerine cevap verebilen, onu anlamlı bir geleceğe taşıyabilen bir söylem yokluğuyla karşı karşıyayız. Üstelik yukarıda da değinildiği gibi söylem yokluğunu........

© Fikir Coğrafyası


Get it on Google Play