Oruç Ahlâkı -Beni tutamayan orucu tutmuş olur muyum?-
Dünkü yazımızda, din anlayışımızda asırlardan beri var olagelen bir sorundan bahsetmiştik: Hukukun ahlâka; kuralların erdemlere; şeklin öze öncelenmesi. Bugünkü yazımızda, bu sorunu ve çözümü oruç ibadeti üzerinden anlatmaya çalışacağız.
Öncelikle tüm samimiyetimizle, oruç ibadeti özelinde şu soruyu cevaplamaya çalışalım: Kendi oruçlarımıza ve çevremizdekilerin oruçlarına baktığımızda, “Oruç ibadeti; gerçekten manevî dünyamızda bize muazzam tecrübeler yaşatıyor, ahlâkımızı en yüksek seviyede güzelleştiriyor, nefsimizi terbiye etme noktasında bize çok büyük imkânlar sağlıyor.” diyebiliyor muyuz? Diyebiliyorsak, sorun yok. Diyemiyorsak, bunun sebepleri üzerinde düşünmemiz gerekmez mi?
Kompleks bir varlık olan insanoğlunun eylemlerinin arka planını, tercihlerinde ve yönelimlerindeki temel sâikleri tek bir sebeple açıklayıvermek kolaycılık olacaktır. Dolayısıyla oruç ibadetinden lâyıkıyla manevî feyiz elde edemeyişimizin, onu bir nefs terbiyesi aracı haline yeterince getiremeyişimizin bütün sorumluluğunu fıkıh ilminin tahakkümüne ve fakihlere yüklemek, elbette insaflı olmayacaktır. Ancak meselenin, bir cihetten önemli ölçüde “din dilinin fıkıh dili hâline dönüşmesiyle” alâkalı olduğu da yadsınamaz bir hakikattir.
Şöyle ki; dindarlığın özü, insanın Yüce Yaratan ile arasında kurduğu muhabbet bağıdır. Bu bağ ne kadar sağlamsa, dindarlık da o kadar sağlıklıdır. İslâm dininin öğretilerini, kul ile Allah arasındaki ilişkiyi, Müslümanın toplum içindeki vazife ve sorumluluklarını, zaman içerisinde çeşitli disiplinler kendilerine has bir dil ve yöntemle ele almışlardır. Bu konuda fıkıh ve tasavvuf, en önemli iki disiplin olarak karşımıza çıkmaktadır. Meseleleri ele alış yöntemleri ve kullandıkları dil, birbirlerinden oldukça farklıdır. Aslında sahaları farklı olduğu için; bunları, birbirlerinin alternatifi olarak değil, tamamlayıcı parçaları olarak düşünmek gerekir. Ezcümle; Fıkıh hukuktur, tasavvuf ahlâk. Fıkıh korkutur, tasavvuf sevdirir. Fıkıh zâhirî kuralı koyar, tasavvuf muhabbet bağı kurar. Şu halde, insanlara yalnız hukuku/fıkhı verir, ahlâkı/tasavvufu vermezseniz, aslında araç olan kuralı ve şekli, amaç haline getirmiş olursunuz. Yalnız hükmü öğretir, o hükmün hikmetini öğretmezseniz, hikmetsiz........
© Yeni Şafak
visit website