Ubuntu
Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
UBUNTU
Bir zamanlar Güney Afrika’nın Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na başkanlık eden Başpiskopos Desmond Tutu, “Biz bir yaşam yumağına aitiz. ‘İnsan, başkaları aracılığıyla insandır,’ diyoruz”[1] diyerek ubuntu kavramını tanımlar. Hayatımızın anlamı, birbirimizle olan bağlantımız ve bağlarımızdır. Yoksa aynı şeylere inanmak kendi başına bu bağlantıyı sağlamaya yetmez.
İnsan dışındaki diğer tüm canlılar, şu veya bu türden canlı olmak için başka canlılara gereksinim duymaz. Kendini başkasının aynasında görmeyi istemek ya da kendini başka bir canlı ile var etmek derdinde de değildir. Martin Buber, insan için “ben-sen” ilişkisini bu yüzden yaşamsal görür. Bir yaşam yumağına ait olduğumuzu deneyimleyebilmek için, biz insanlar başkaları aracılığıyla “insan” olur; kendi türümüzden diğer insanlarla yaşamı birlikte sürdürerek insanlaşırız. İnsanlaşma, ilişki içindeki her iki taraf için eşit bir olanak ve vazgeçilmez varoluş çabasıdır.
Ubuntu bu anlamıyla, son hedefini insanın mutluluğu olarak belirler.
Yeri gelmişken, sevinç ve mutluluğun pek de aynı şeyler olmadığını vurgulayayım. Sevinç, geçici, kesintili ve bitimli bir duyumsamadır; uzun ya da kısa, başlangıç ile son arasında olup biter ve kedere ilişkin hiçbir pürüz sevinçte yer almaz. Sevinç süreç değildir; başlar ve biter. Yaşamını, yanıp sönen sevinç anlarına vakfedenlerin tek çaresi, yeni bir sevinç nedeni ve birbirine ulanmış anları yakalamaya çalışmaktır. Sürekliliği olmadığı için, sevinci üst üste eklemek veya ardı ardına ulamak için ne gerekirse yaparlar. Mutluluktan farklı olarak sevinç, diğer canlıların duyumsadığı “sevinç”lerle pek fazla ortak noktaya sahiptir. Bu nedenle insani-etik ilkeler çoğu zaman sevinç anında ya da sevinç nedeni elde etme sırasında silikleşir, hatta çiğnenir. O yüzden felsefe tarihinde neredeyse bütün filozoflar (Eski Yunan’dan Avrupa’ya İslam dünyasından Hint Kıtasına kadar) sevinçten çok mutluluk kavramını nihai insanlık amacı olarak görmüşlerdir. Çünkü mutluluk bir süreçtir; başı sonu olmadığı için, zamanın ve mekânın dürüldüğü, gerçeklik ile ütopyanın, elde edişle umudun birleşip kaynaştığı insani-etik bir kavramdır. Özgürlük ve sorumluluk gerektirir. Yalnız insana aittir. Yalnız bu dünya için, fiili yaşam için aranır; sevinçler arasında etiğe uygun olanları seçip kapsamına alır, olmayanları kendi doğal parçası saymaz; ayıklar. Tam da bu nedenle genellikle dinler sevinç olgusuna mesafeli iken, mutluluğa yakın durur. Ancak yanıldıkları nokta, mutluluğun öte dünya için ilahi lütuflara ulaşmayı yaşam boyunca uman bağlılarının mutlu olduklarını varsaymalarıdır.
Peki, mutluluk da sevinç gibi bu dünyaya dair bir ödül ise, aralarındaki fark ortadan kalkmaz mı?
İkisinin de ilahi bir hedef olmaması ve öte dünyaya havale edilen ödül olarak görülmemesi bakımından benzerlik taşıdıklarını söyleyeyim. Ancak mutluluk, daha çok insani ve daha çok ahlaki olduğu için sevinçten farklıdır, yoksa her ikisi de bu dünya ve bu yaşamda geçerli geçerli oldukları gerçeğinden dolayı değildir.
Özellikle Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ve Cumhuriyetimizin dayandığı aydınlanma ilkeleri canlılığını koruduğu süre içinde Türk siyasetinde-belki dünya siyasetlerinin çoğunda olduğu gibi-bu dünyaya ve bu yaşama ilişkin vaatler verilmesi bir gelenekti. Müreffeh yaşam koşullarından, kentleşmeye, hukukun üstünlüğü ilkesinin, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin vazgeçilemez temel insan hakları cümlesinden olmasına kadar bu vaatler, bu dünya ve bu yaşama yönelikti. Cumhuriyet değerleri doğrultusunda eşitlikçi, aydınlanmacı, modern yaşam koşullarını karşılayabilecek bilgi ve irfan donanımı, akılcı ve ilerici eğitim sistemi, laik, özgür ve hukukun........
© Veryansın TV
visit website