Hukukun gözünde “kesinlikle geçersiz duruşma”ların insanlarımıza yaşattığı çileler - VII
Diğer
22 Ağustos 2024
Yaşanan duruşma kavramının ışığında
Eğer siz, yaşınız ne olursa olsun, “hak arama özgürlüğü”ne dayanarak bir dava açmışsanız, Anayasa’sında değiştirilmesi bile önerilemez olan nitelikteki “hukuk devleti” iddiasına yer veren (Anayasa, m. 2, 4) Türkiye’de, bütün bu değerlerin ve amaçların, el âleme sık sık ahlak ve hukuk dersleri vermeye kalkışanların Türkiye’de bir kuruntudan, düşten, hatta lafügüzaftan ibaret olduğunu göreceksiniz, somut olarak yaşayacak ve de kahrolacaksınız demektir.
Hele bir de yaşınız yetmişleri, seksenleri aşmışsa, açtığınız haklı davanın alın yazısı, ölmeniz olasılığının her an gerçekleşebileceği koşuluna bağlanmış, hukuk dışılıkla ahlak dışılık birbiriyle yarışmaya başlamışsa, işiniz daha da çok zor demektir.
Çünkü o davanın yarınlarını kestirmek, güçtür. Zira bütün bunlar, ancak davalının yaşam hakkınızla ilgili o kahrolası, iğrenç dileğinin gerçekleşmemesine bağlıdır.
Dahası siz, yıllarca kararlarıyla, yazılarıyla, hatta kitaplarıyla hukuka emek veren, geçmişte tek oturumda kararlar vermeyi gerçekleştiren, öğrencilerine de bunun yollarını ve ilkelerini öğretmeye çalışan biri olsanız bile, hukuksuz, hukuksuz olduğu için de elbette ahlaka da aykırı olan bu uygulamanın kurbanlarından biri olmaya ve düş kırıklıkları içinde buna katlanmaya mahkûmsunuzdur
Şu gerçek, gün ışığına çıkmıştır ülkemizde: Sözüm ona hukuk devrimi yaptığını haykıran, ancak hukuku değil, Batı hukukunun ürettiği yasaları, yani ürünlerini alan bu ülkede asla hukuksal dayanaklarına göre değil, herkesin bilip yaşadıklarına göre, taraflar ve vekilleri, böylesine saçma bir yargılama ve duruşma anlayışının kendilerine sunduğu bütün fırsatları çarpıtarak kullanacak, meslek ve hukuk etiğini çiğneme pahasına, gerektiğinde davayı uzatmak amacıyla bilinçli olarak hiç kuşkusuz her yolu deneyecek, bununla da yetinmeyecek, adalet kurumunun düştüğü bu bilinçsizlik ve çaresizlikten yararlanarak, “İsterse adalet de, dünya da yıkılsın” (Fiat justutia et pereat mundus), değil mi ki zaman kazanmayı başardık, ödediğimiz kira bedeli de çok ucuz. Bu da şimdilik bize yeter!?” anlayışıyla kahkahalar atacak; bu türden saçma duruşma anlayışları da, bizim ülkemizde asla ayrıklı (istisnai), kural dışı ve yaptırımı gerektiren bir durum değil, tam tersine kurallaşmış olduğundan, bu yollara başvuranlar, utanç duymak ve vicdan azabı duymak şöyle dursun, yaptıklarını bir başarı gibi görecek, bu ortamı sürekli sömüreceklerdir.
Burada bir ayraç açarak stajımızı yaparken sürgit yadırgadığım bir olayı da anımsatmak isteriz.
Bu olay ve yaklaşım, yaşlı davacı için hiç de yabancı değildir.
Bir zamanlar, hukuk davalarında davacılar ve avukatları da, karşı tarafı yoklukta (gıyabi) yargılama ve duruşma durumuna sokmak, adaleti gerçekleştirmek için değil, bir bakıma karşı tarafa çelme takmak için çok çabalarlardı.
Bunun anlamı ise elbette açıktı ve şuydu: Savunma hakkından yoksun bırakarak davayı kazanmak!?
O dönemlerde bunun meşru sayılmasına çok yadırgamış ve kendi kendime hep sormuşundur: Adaletin kotarılması amacına dayanan hukuk ile bu çaba, acaba bağdaşabilir mi?
Elbette bağdaşamazdı. Bu nedenle bu saçma yöntem, o zamanlar da beni sürekli düşündürmüş ve rahatsız etmiştir
Duruşmanın olmazsa olmaz ve Batıda ödünsüz uygulanan ilkeleri ise, inceleyiniz, göreceksiniz ki, bizim ülkemizde yalnızca bir masaldan ibarettir.
Zira daha ilk oturumda, aslında ilk ilke, âdil yargılanma hakkının meşru bir yansıması olan iddia, yani “hakkını arama ve dava, düşünsel olarak hazır bulunma, hukuksal açıklama, bilgilendirme, kanıtlama, hakkı” (Hukuk Yargılama Yasası, m. 27) çoktan yok edilmiştir, bizim güzel yurdumuzda.
Bu yokluk ve masal anlayışı yüzünden de elbette bu türden yargılamalarla, duruşmalarla adalet de, çürümeyi sürdürüp duracaktır.
Nitekim o seksen........
© T24
visit website