menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Dünya Kukla Günü kutlu olsun: Koleksiyoncunun kaleminden "kuklanın tarihi"

20 10
21.03.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

21 Mart 2024

Yapılan arkeolojik çalışmalarda neredeyse dünyanın her bölgesinde hatta birbirleriyle kültürel etkileşimi olmayan coğrafyalarda bile çok eski yıllara ait kuklalar bulunmuş. Yapılan arkeolojik araştırmalarda Afrika, Asya, Hindistan, Yeni Zelanda, Kuzey Amerika ve Meksika'da erken dönem kuklalarına rastlanmış.

Tarihsel süreç içinde kuklaların hareketli ipler, çubuklar veya el hareketleri aracılığıyla kontrol edilmesi yanında yansıtılan gölgeler üzerinden de kurgulandığı olmuş. Bu sanat formu binlerce yıldır her yaştan insanı eğlendirmek, eğitmek, düşündürmek, eleştirmek, aydınlatmak yanında politik yorum biçimi olarak da kullanılmış.

Kuklanın tarihi konusunda ortaya atılan teorilerde, kuklacılığın köklerinin çok eski çağlarda oyuncak bebeklere dayandığı öne sürülmüş; binlerce yıl önce bebek şeklinde kuklalar genellikle insan veya tanrı şeklinde tasarlanıyor, hareket verilerek oynatılıyormuş. Tarih öncesinde insanların kukla oynatımını sadece eğlence olarak görmedikleri konusunda fikir birliğine varan araştırmacılar, bölgesel farklılıklar içinde farklı yorumlanış biçimlerinin de olabileceğini belirtmişler.

Kuklanın ilk kullanıldığı zaman dilimi hakkında ortaya atılan farklı savlar içinde binlerce yıl öncesine dayandığı konusunda ortak bir görüşe varılıyor olsa da kökeni konusunda kaynaklar Çin, Hint, Mısır hatta Kolomb öncesi Meksika yerlilerine kadar farklı yorumlarda bulunmuşlar.

Kökeni konusunda yapılan yorumların tamamı farklı savlar şeklinde olup ortak bir zeminde buluşmasa da mağara devri insanının yaktığı ateşin duvara yansıyan gölgelerinde birlikte yaşama renk katan çıkarımlarda bulunarak hayal gücünü kullandığı ve gölgeler üzerinden kendini ifade ettiği düşüncesi çok yerde ağırlık kazanıyor.

Yakın yıllara kadar yapılan çalışmalarda arkeologların çoğu antik mağara resimlerinde görülen çöp adamların günümüz kuklacılığına kadar gelen süreçte baz alınacak ilk basamak olduğunu söylemişler, yıllar içinde birbirine benzer şekillerde değiştirilerek farklı kültürel dokularla kaynaştığını, tasvir şekillerinin ayrıldığını yazmışlar.

Bilimsel araştırmaların ispat edilen veriler eşliğinde her zaman bilinenleri değiştirebileceği gerçeği içinde öyle bir buluntu çıkmış ki, kuklanın tarihine binlerce, on binlerce yıl daha katmış; "kukla" ile insan yaşamının çok eski devirlerindeki karanlıklara kapı açılmış.

Geçtiğimiz yıllarda Çek Cumhuriyeti'nde bulunan ve Buzul Çağı'na tarihlenen bir mezardan çıkarılan kafası, gövdesi ve bir kolu omuz üzerinde -az da olsa- hareket kabiliyeti olan aksiyonlu figürlerin bugüne kadar bulunan kuklaların en eski atası olarak yorumlanmış. 26 bin yaşında olduğu tahmin edilen bu figür bilinen en eski mafsallı insan figürü olarak toplumsal yaşamın kuklalı yolculuğu konusunda sanat tarihçilerini çok gerilere götürmüş.

Toplumsal yaşamda yaygın olarak kukla kullanılmasının kökeni 4000 yıl olarak belirlense de ilk kuklanın gerçek doğum yeri konusunda tarihçiler arasında Eski Mısır ile Eski Hindistan medeniyetleri konusunda açık bir tartışma devam ediyormuş.

Kazılardan elde edilen veriler ışığında hareket kabiliyetine sahip olarak 3900 yıl önce Mısır'da bir papirüs tomarı üzerindeki hazırlanmış kukla çizimleri, kuklanın tarihi hakkındaki çalışmalara kaynak oluşturmuş; hareketli heykellerin kullanımını anlatan hiyeroglifler keşfedilmiş.

Gün ışığına çıkarılan veriler, o güne kadar kuklacılığın kökenini Antik Yunan'da olduğunu belirten tezlere yeni bir sayfa açmış; Eski Mısır mezarlarından çıkarılan fildişi ve kil kuklaların keşfi, bunların yıllar içinde Yunan uygarlığı tarafından da benimsendiğini düşündürtmüş.

Antik Mısır halkı pişmiş topraktan eklemli kuklalar yapmış, değer verdiği yakınlarını bu kukla figürlerle birlikte gömmüş. Bazı tarihçiler, eski Mısır'da kuklaların sihirbazlık numaraları yapmak için kullanılmış olabileceğini de yazmış.

Çin'de en az 3000 yıl öncesine dayanan bir tarihsel süreç içinde "gölge oyunu" olarak ortaya çıkan eğlence biçiminde üç boyutlu kuklalar kullanılmış; deri veya kartondan yapılmış figürlerin perdeye yansıması için araya bir ışık kaynağı tutulmuş.

Çin kültüründe gerilmiş, kurutulmuş koyun, manda, domuz derilerinden kuklalar yapıldığı gibi özel işlemlerden geçirilen balıklardan da gölge oyununa özgü kuklalar tasarlanmış. Kuklalar bu kadim medeniyette çok uzun yıllar boyunca yalnızca kraliyet ailesi fertleri için oynatılmış.

Renklendirilen ve yarı saydam olarak tasarlanan figürlerin içinden geçen ışık huzmeleri perdede izleyicilere net bir şekilde göründüğü için kuklacı genellikle onlara bağlı çubuklar ve ipler eşliğinde oyun kurmuş; kuklacı bir elini boynuna taktığı çubuğu kontrol etmek için, diğer elini ise bileklerindeki ipleri yönetmek için kullanmış.

Kuklacılık Hindistan'da çok geniş bir coğrafyada hikâye anlatmanın en yaratıcı yollarından biri olarak toplumun en zengin miraslarından biri haline gelmiş; insanı olduğu kadar hayvanı, nesneyi veya fikri temsil eden kuklalar yardımıyla ifade yollarını içine alan bir anlatı sanatı biçimine dönüşmüş. Hint kukla gösterilerinde genellikle ipli kuklalar yer almış.

Hint kuklacılığın kökeni tam olarak tarihlendirilemese de MÖ 9 ila MÖ 2. yüzyıllar arasındaki Hint mitolojisinde bu sanatın önemine tanıklık eden farklı anlatılar yer almış.

Bir efsaneye göre yaratıcı Brahma, "Adi" isimli kutsal varlığa hayat vermiş ve karısı Saraswati'nin eğlenmesi için ilk kuklayı yaratmış. Sonra da yaptığı işten memnun olmayan Brahma, kuklacıları sürgüne göndermiş.

Bir başka Hint halk öyküsünde kuklacılığın koruyucusu tanrısı olarak Shiva ile hayat arkadaşı Parvati yer almış. Efsaneye göre, bir kukla zanaatkârı, Parvati'nin dikkatini çeken iki ahşap oyuncak bebek yapmış. Shiva ve onun ilahi arkadaşı da bu kukla bebeklerle şaheser bir dansa tutulmuşlar; dans esnasında kukla bebekler bir anda canlı hale gelmişler. Güçleri tükenen Shiva ile Parvati'nin yorulmaları sonrasında cansız – hareketsiz kalan bebeklerin tekrar hareket etmesi için zanaatkâr, tanrıların da yardımıyla ve lütuflarıyla onları hareket ettirecek bir ip sistemi icat etmiş. Denilen o ki, bu yolla da Hindistan'da kuklacılık doğmuş.

Günümüzde de Hindistan'ın her bölgesinde ve Hindu kültürünün yaşadığı farklı........

© T24


Get it on Google Play