BRICS üyeliği: "Kullanışlı aptal" konumuna düşmeyelim
Diğer
10 Eylül 2024
2006'da Çin-Rusya liderliğinde kurulan BRIC, 2010'da Güney Afrika'nın katılmasıyla genişleyip BRICS adını alınca, AK Parti iktidarı "acaba biz de katılsak mı" diye düşünmeye başladı.
O dönem Rusya daha Kırım'a saldırmamış; ABD-Çin ticaret savaşı ise daha tam ufukta görünmüyor.
Türkiye'nin yükselen ekonomilerle yan yana durması fikri cazip geldi.
Ancak elçilikler eliyle yapılan nabız yoklaması, başta Çin, kilit kadronun genişlemeye karşı olduğunu ortaya çıkarınca konu rafa kalktı.
Aradan on yıl geçtikten sonra Çin'in tavrı, Batı ile Rusya arasındaki makas açılıp, ABD ile ticari rekabet kızıştıkça değişti.
Çin'in dış politikada kendisine doğrudan yarar sağlamayan hiçbir şeye sıcak bakması mümkün değil. Batı'yla derinleşen çatışmacı ilişkilerin birbirine yakınlaştırdığı Rusya ve Çin'in BRICS'in genişlemesine yeşil ışık yakmasının ardında jeostratejik rekabet var.
Yoksa genişlemeye bakışları "sayımız ne kadar artarsa, düyadaki adaletsiz sistemi daha adaletli hale getirmek için gücümüz artar, ne kadar kurumsallaşırsak, o kadar müreffeh toplumlar yaratılmasına katkımız olur" gibi bir yaklaşımdan beslenmiyor.
Genişlemenin en temel amacı, Batı ittifakında çatlak yaratmak. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri'nin gruba davet edilmesi, bu ülkelerin aslında ABD'nin müttefiki olmaları.
Bu ülkelerin de BRICS üyeliğinden özel olarak ekonomik beklentileri var mı emin değilim. Mısır ABD'den ciddi askeri yardım alıyor; Suudi Arabistan da ABD'nin önemli müşterilerinden. Ancak her ikisi de insan hakları ihlalleri nedeniyle ABD'den gelebilecek kısıtlamalardan endişeli.
Ek olarak, Çin'le rekabete ağırlık verip, Orta Doğu'yu ikinci plana atabilecek bir ABD karşısında ilişkilerini çeşitlendirmek istiyorlar. Yani onlar da BRICS üyeliğini ABD'ye karşı bir baskı aracı olarak görüyorlar.
Kaldı ki; ekonomisi daha zayıf ülkelerin BRICS üyeliğinden ekonomik olarak ne kadar kârlı çıkacakları da kuşkulu. BRICS'in gelişmekte olan ülkelere dönük kurduğu mekanizmanın bugüne kadar etkin işlediğine dair net bir veri de yok.
Şimdi denebilir ki; Türkiye de Batı'yla ilişkilerinde sorunlar yaşıyor, tıpkı diğer yeni üyeler gibi BRICS üyeliğini Batı bloğuna karşı bir baskı aracı olarak kullanamaz mı?
Bu soru "attığınız taş ürküttüğünüz kuşa değer mi" sorusuna yanıt vermeyi gerektirir. Çünkü Türkiye'yi diğer yeni üyelerden ayrıştıran farklı bir konumu var.
Bu noktada meseleyi çok anlaşılır biçimde ortaya koyan EDAM direktörü Sinan Ülgen'in X'te yayınladığı bilgisel'e dikkatinizi çekmek isterim.
Ülgen öncelikle Türkiye'nin ticari ilişkilerindeki denge meselesine dikkat çekiyor.
Çin, Rusya, Hindistan gibi BRICS ülkeleriyle ticaret açığı Türkiye'nin aleyhine. Türkiye'nin en önemli ortağı AB ile ticaret ise daha dengeli ve ülkeye gelen yatırımların çok büyük kısmı da Batı kaynaklı.
Bir IMF araştırmasına göre gelişmiş ülkelerin doğrudan yatırım kararlarında artık coğrafi yakınlıktan ziyade siyasi yakınlık daha fazla ön planda yer alıyor. Bu araştırmaya dikkat çeken Ülgen "Jeopolitik risklerin arttığı bir zaman diliminde, şirketler yatırımlarını fikirdaş ülkelere yönlendiriyorlar," diyor. Bunun için ingilizcede "friend shoring" kavramı kullanılıyor.
Ülgen şöyle devam etmiş:
"Jeopolitik riskler uluslararası ticaret ve yatırım ilişkilerinin dinamiğini de değiştirmiş durumda. Ekonomik ilişkiler artık artan biçimde siyaseten birbirine yakın........
© T24
visit website