Şairler ikiye ayrılırlar, ben âşıkları tutuyorum: Oruç Aruoba
Diğer
T24 Haftalık Yazarı
16 Haziran 2024
"Kendin olmayı yeniden öğrenmek gerek -yıllar yılı unuttun onu yalnızca: Bunu da 'koşullar'a, 'hayatın akışı'na, 'sorumlulukların'a falan bağlamaya kalkışma- bahane bulmağa çalışma: Sendin, sendeki asıl senin anlamını, önemini, değerini göz ardı eden: korkaklıkla işin kolayına kaçan…
O işte şimdi hesabını soruyor o sahici senin, senden: ne yaptın sen sana?!"
Yazı, en çok da şiir, bir illüzyonistin önce kendi yarattığı akıma kapıldığı yerdir. Bu akıma tutulmadan, çarpılmadan uyanmak da mümkün. Fakat oradan sağ çıkabilirse kişi, Oruç Aruoba gibi. Böylece sözcüklerle yazının içini doldurup onun gölgesini ondan daha da heybetli hale getiren Oruç Aruoba, şair mi? Filozof? Zerdüşt? Keşiş? Tüketen toplumun bir parçasıyken, hem tüketen hem de tüketirken hızla tükenen bir insanın bütün ünvanlarının dışında biri kalarak arayan bir insanın ne olduğunu tanımlamak gerekli mi, ne aradığına bakarak, ama bilmeden ne aradığını? Adını, "hakikat" diye bildiğimiz "doğru"nun, aslında büyük çoğunluk için neye benzediğini, ne işe yaradığını bilmediğimiz bir şeyi arayan birini neden kategorize etmek zorundayız? Tasniflemek, sınıflandırmak, kategorize etmek onu, ne olduğundan çok ne olması gerektiği konusunda ezberlemek için izlenen bir yol. Ezberler bu yüzden çabuk bozulur. En nihayetinde niyetince herkesin ezberleri bozan bir tarafı muhakkak ki var. İş oluş bu ki, buraya vardığında kişinin, hem içinde bulunduğu toplumla hem kendiyle arasında olacak olan şey, hır-gür. Sessiz kavgalar daha uzun sürer, gürültülü olanlardan. İpleri gere gere kopacak kıvama getiren de bu olur. Oruç Aruoba, insanlar arasında yazan, yazanlar arasında bir insan. Aramış ilk gençliği boyunca bulmak istediği şeyi, görmek istediği gibi. İlk gençliğinde -herkeste olduğu gibi- içinde, "çak! çak! çak! çak!" diye dönen hüzün çarklarının mutluluk veren sarhoşluğundan sıyrıldığında sonra bir gün birden, sordurur şu soruyu: "Aradığını bulmuş mu peki?" Bulmuş gibi.
Yazan insanlar arayan insanlardır. Arayış içinde olduğunu bilenler daha çok yazanlardır. Aradığını bilmeden dolaşanlar da var elbette insan kavminin içinde. Onlar okuma yazma bilseler de neyi bilip neyi bilmemenin bir gösterişe dayandığına inanırlar, başka da bir inançları olmaz hayatları boyunca. Mektepli olsun ya da olmasın insanın başkalarından çok kendisi için ne olduğunu belirleyen etkenler onun hayatı boyunca ilgilendiği konularla şekil alırlar. Dinden çok uzağa fırlatılıp atılmış felsefe bunlardan biri. Felsefe, bir bakıma başka çeşit bir fıkıh. İlimsel açıklamasından önce düşünürsek onu, ilk anlamıyla birlikte; dini ilkelerin işletilmesiyle yıkılmış bir hukuk sistemi ve felsefeyle ortak noktası, akla ve aklın değirmenlerini çeviren duyulara dayanması.
Adına layık olmak için mi, yoksa içinde taşıdığını bildiği bir damarın çatlayıp yırtılması yüzünden mi? Bilemiyorum. Çocukluğu boyunca oruç tutan, babasıyla bayramdan bayrama namaza gitmekten çok hoşlanan biriyken, dünyayı görmüş insanı tanımış gibi birden varoluşun insanın benliğinde bir saatin sarkacı gibi takılıp kalmış ve sormaya başlamış, "Ben kimim?" ve "neden!" Aruoba'yı "Türkiye'nin Nietzschesi" olarak niteleyenler galiba ne onu ne de Nietzsche'yi onun gibi anladılar. Ona da Nietzsche'ye de bakanlar, ölenin Tanrı değil, onun hakikatleri olduğunu anlatan "Zerdüşt"ü gördüler. Oysa Nietzsche bir yerde Tanrı'nın ölümüyle ilgili şöyle der, "Ben Tanrı'yı çağdaşlarımın yüreklerinde ölü buldum."
Dini betikler insana ne katabilir? "Din" derken, her bir insanın kendi erdemleri ve........
© T24
visit website