SGK’nın belediyelerden olan alacakları tartışmasının düşündürdükleri
Diğer
Konuk Yazar
12 Ağustos 2024
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile ilgili üç güncel haber/konu var. Birisi, Cumhurbaşkanı’nın belediyelerin kuruma olan borçları ile ilgili açıklamaları. Diğerleri ise bir cemaatin sağlık kurumunun SGK’yı dolandırdığı iddiaları ve bazı belediyelerin borçlarına karşılık aralarında camilerin bile olduğu gayrimenkullerini SGK’ya devrettikleri.
Cumhurbaşkanının SGK’nın belediyelerden olan alacaklarını tahsil etmesi gerektiğini ifade etmesi üzerine ana muhalefet partisi CHP (ve diğer muhalefet partileri) bunun kendi belediyelerinin hizmet sunumunu baltalamaya, önlemeye yönelik politik bir hamle olduğu itirazında bulundu. Ülkemizde politik rekabetin geldiği noktada bu sav doğru olabilir. Ancak CHP’nin itirazları politik nitelikte ve özellikle de politik rekabet kaygılarına dayalı. Bir konuya sadece veya öncelikle politik açıdan bakmak belki siyasetçinin ve siyasal partilerin iş yapma ve konuları ele alma yaklaşımına uygun olabilir. Ama ülkenin kamusal sosyal güvenlik kurumuna ve bu kurumun finansal yönetimine sırf politik bakış açısıyla ve özellikle de politik rekabet perspektifinden bakabilir miyiz, bakmalı mıyız?
Konuyu politik rekabet açısından önceleme ve gerekçelendirme ülkenin bazı kamu (ve özel) kurumlarının yasal yükümlerini yerine getirmemelerini ve hatta bunu kendilerince meşru görmelerini haklı kılabilir mi? Bazı özel kesim ve kamu kesimi kurumları ve bunların işletmelerinin de SGK’ya borçlarının olması, bazı kamu kurumlarının borçlarının geçmiş yönetim dönemlerine ait olması belediyelerin ve belediyeye bağlı işletmelerin SGK borçlarını ödememelerine, ödemek istememelerine gerekçe ve örnek oluşturabilir mi? Kuşkusuz bu gerekçeye katılamadığımı ve bu gerekçenin hukuksal açdan abesle iştigal olduğunu söylemeliyim.
Eski söyleyişle “su-i misâl emsâl” olabilir mi? Yoksa siyasetteki ünlü “iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” sözüne “iktidar muhalefeti de kendine benzetir” dizelerini de mi eklemeliyiz?
Acaba konuyu böyle günübirlik politik söylemler yerine öncelikle daha geniş bir çerçevede ele alıp “hukukun üstünlüğü, hukuk kurallarının düzgünleştirilmesi ve herkese adil biçimde uygulanması” ile “kamu yönetiminin ve kamu kurumlarının kurumsal yönetimi (isterseniz buna iyi yönetimi diyelim) açısından” mı ele almalıyız? SGK’nın yönetiminin belediyeler ve belediye şirketleri ile bazı (kamu ve/veya özel) kurum ve kuruluşların prim ve katılım paylarını tahsil etmekte gecikip gecikmediğini; kurumun tahsilat politikasını sistemli biçimde iktidardaki parti ile ilişkisi olanlar ile olmayanlar şeklinde bir ayırıma tabi tutarak uygulayıp uygulamadığı; eğer kurum finansal alacaklarının tahsilinde böyle sistemli bir ayırım yapıyorsa bunun kurum yöneticileri için doğurduğu mali, hukuki ve cezai sorumluluğunun neler olduğu ya olabileceğini mi tartışmalıyız?
Diğer yandan belediyelerin SGK’ya borçlarını ödemeleri tartışması ile bize ekonomik, finansal, hukuksal ve etik boyutları olan ve ciddi sorunlar yumağı içinde olan hem sosyal güvenlik sistemini hem de yerel yönetimlerin mevcut yapısını yeniden organize etme ve kurumsal yönetim ile finansal yönetim modellerinin yenilenmesi perspektifleri açısından ele alma ve tartışma olanağı vermelidir.
21. yüzyılın en belirgin özelliklerinden birisi nüfusun yaşlanması olgusudur. Bu konuda hem çok değişik tahminler hem de ülkeler arasında önemli farklılaşmalar var. Bu demografik değişime ya da dönüşüme (başka etkenlerin de etkisiyle birlikte) doğal olarak (i) daha çok sayıda ve daha yüksek oranda emekli, (ii) daha az aktif işgücü, (iii) teknolojik gelişmelere rağmen daha az üretkenlik ve verimlilik, (iv) daha çok sosyal güvenlik gideri, (v) daha az tasarruf ve yatırım ve dolayısıyla düşük ekonomik büyüme ve daha yüksek oranda işsizlik, (vi) daha fazla bütçe açığı, daha yüksek enflasyon, daha az alt yapı, sağlık ve eğitim yatırımı, (vii) daha fazla gelir (ve servet) eşitsizliği eşlik etmektedir.
Ülkemizde sosyal güvenlik sistemi kurumsal olarak birisi emeklilik diğeri de sağlık olmak üzere iki ana ayaktan oluşuyor. Her iki kamusal sosyal güvenlik ya da sosyal sigorta sistemi temelde farklı finansman ve yönetim modeline dayalı olsalar da tarihsel olarak biz bu ikisini aynı kurumsal çatı altında (kanımca yanlış biçimde) örgütlemeyi tercih ediyoruz. Her ne kadar 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu “sosyal sigortalar fonu genel sağlık sigortası fonu ile hiçbir şekilde birleştirilemez ve fonlar arasında kaynak aktarılamaz” demiş (m.37/5) ise de sağlık sigortası ile emeklilik sisteminin yeniden düzenlenerek kurumsal düzeyde birbirinden ayrılması gerektiğini düşünüyoruz.
Sağlık sigortası günümüzde ağırlıklı olarak bir kamu kurumu olan SGK üzerinden karşılanıyor, daha doğrusu finanse ediliyor. Bu kamusal finansman yöntemi de kısıtları ve yetersizlikleri nedeniyle olanağı olanların aldığı ve özel sigorta şirketlerinin kanalıyla sunulan (bireysel ve kurumsal) sağlık sigortası poliçeleri ile de destekleniyor.
Ülkemizde tarihsel olarak emeklilik kurumları çoklu bir yapı içinde evrilerek gelişmiştir. Bu kurumları birleştirme çabaları çerçevesinde 1949 yılında 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu; 1964 yılında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; 1971 yılında 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu ve 1983 yılında kabul edilen 2925 sayılı kanunla tarımda hizmet akdiyle çalışanlar ve 2926 sayılı Kanun ile tarımda kendi hesabına çalışanların sosyal güvenlikleri düzenlenmiştir. 2006 yılında çıkarılan 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ve 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile de kamudaki üç kurum tek kurum çatısı, SGK çatısı altında toplanmışlardır.
Bugün emeklilik sistemi kurumsal olarak aslında ikisi zorunlu diğer ikisi ise esas itibariyle gönüllülük esasına dayalı olan dört ana eksende örgütlenmiştir:
(i) Kamu ve özel kesimde ücretle çalışanlar ile kendi hesabına ve serbest çalışanlar için ilke olarak zorunlu SGK,
(ii) Yasal olarak (en az SGK’nın sağladığı standartlarını uygulamaları kaydıyla) bazı kurumların çalışanları için (en büyük grubu bankalar oluşturuyor) özel vakıflar olarak örgütlenmiş olan ve zorunlu sigortanın seçeneği olan çok sayıdaki sosyal güvenlik/emeklilik sandıkları,
(iii) Çalışanlarına ek emeklilik geliri sağlayan kanunla kurulmuş (OYAK ve aynı tarihlerde kurulup yaşama geçirilemeyen MEYAK gibi) kurumlar veya özel olarak örgütlenmiş (özellikle bazı bankaların) gönüllülük esasına munzam emeklilik sandıkları,
(iv) Temelde gönüllülük esasına dayalı olan bireysel emeklilik sistemi ve kurumları.
Zorunlu kamusal emeklilik ve sağlık sigorta sisteminin yeniden yapılandırılması ve örgütlenmesi üzerine bazı düşüncelerim var. Ancak bunun yerine bugün güncel tartışmadan yola çıkarak ve mevcut temel yapıyı veri kabul ederek bazı konuları tartışmak istiyorum. Ama önce sosyal güvenlik sistemlerine ilişkin bazı kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Bütün dünyada sosyal güvenlik sistemleri olgunlaşma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bir başka deyişle de hızlı fon biriktirme döneminden hızlı bir fon dağıtma dönemine geçilmiştir. Bunun anlamı sosyal güvenlik sistemlerinin finansal açığının net bugünkü değerinin ülke milli gelirlerini aşmasının beklenmesidir.
Sosyal güvenlik sistemleri genelde kamu yönetiminin hakimiyeti altındadır.
Sistemlerin finansman yapısı klasik dağıtım yani “kazandıkça öde pay-as-you-go” esasına dayalıdır. Bir başka deyişle sosyal güvenlik sisteminin cari gelirleri cari giderlerin karşılanmasında kullanılmakta ve gelecek için herhangi bir fon ayrılmamakta ya da fon biriktirilmemektedir. Bunun anlamı artık katılımcıların ödediği prim ya da katkılarla bunların değerlendirilerek aktüeryal bir modele dayalı sosyal........
© T24
visit website