menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mektuba Dair

12 0
21.12.2025

Günümüz teknolojisinin ve sosyal medya girdabının tesiriyle, kadim edebiyattan yavaş yavaş uzaklaştığımız aşikâr. Zamanın hızı, insanın ruhunu da sürüklüyor; durup düşünmeye, beklemeye, sabretmeye tahammül bırakmıyor. Oysa ben, uzun zamandır uzaktaki bir yakınımla mektuplaşmanın hayalini kuruyordum. On yıldır bu düşünceyi içimizde saklı tuttuk. Neredeyse her defasında “tam şimdi” dedik; birkaç kez kaleme de sarıldık. Fakat tam o sıralarda elektronik posta hayatımıza girdi ve bu niyetimiz, tabiri caizse, kâğıda düşmeden havada kaldı. Ardından masaüstü telefonları, cep telefonları, kısa mesajlar ve nihayet sosyal medya… Böylece mektup yazmak, mektuplaşmak adeta muhal oldu.

Peki, neden uzaktaki yakınlarımızla mektuplaşmak isteriz? Ya da neden onlar bizimle mektuplaşmak ister? Bunun pek çok cevabı olabilir. Belki de en sahicisi, anın hızından ve tüketici hazzından yorulan insanın geçmişe duyduğu özlemdir. İnsan, sevdiklerinden ayrı düştüğünde; içini dökmek, kalbinde birikenleri bir nizam içinde anlatmak istediğinde kaleme sığınır. Mektup, yalnızca haber taşımaz; ruh taşır, hâl taşır, zamanın nabzını saklar.

Eskiler, kalemle mektubu aynı ahenk içinde “hâme ve nâme” diye anarlardı. Kimi zaman mektuplar bir hikâyeye dönüşür, kimi zaman hikâyelerin içine mektuplar serpiştirilirdi. Şiirle yazılmış mektuplar olduğu gibi, mektupların satır aralarında saklanmış şiirler de vardı. Bugün siyaset tarihini, devletlerin ve kavimlerin serencamını, hatta edebiyat tarihinin ince ayrıntılarını çoğu kez mektuplar sayesinde öğreniyoruz.

Eğer Fuzulî, “Şikâyetnâme” adlı o mektubu kaleme almasaydı, Osmanlı bürokrasisinin en ihtişamlı döneminde dahi rüşvet çarkının nasıl işlediğini nereden........

© Milat