Nasrallah ya da birlikte olma umudunu yaralamak
Önceki yazımızı, Nasrallah ile ilgili Şiîlik ayrımını bizim yapmadığımızı, ancak bu ayrımı sözleri ve menfur uygulamalarıyla onun kendisinin yaptığını söyleyerek bitirmiştik.
Bu, şeyin şeyliğine dair bilginin önce şeyin kendisinden gelmesi nedeniyledir. Örneğin taşın kendisi hakkında verdiği ilk bilgi soğukluğu ve sertliğidir. Bu ilk -saf- bilgi, taşla kurduğumuz çarpma (acı verme), yer değiştirme (sökülme), maden çıkarma (kıymetlenme), işleme (şekil verme), kullanma (bina, set ve köprü yapma) vb. ilişkilere göre farklı nitelikler yüklenir.
Kendisinden bilgi verme cihetinden insanın durumu taşınkinden farklı değildir. Bu bağlamda insan önce eşkaliyle sonra hâl ve hareketiyle kendisinden bilgi verir.
Din, insanın eşkaline (boy, renk vs.) değil hâline ve hareketine itibar eder. Çünkü hâl ve hareket aynı zamanda mümin olmak, kafirlik, zalimlik, fasıklık, münafıklık…tan birini ya da birkaçını (zalim aynı zamanda kafir de olabilir) seçmeyi ihtiva eder.
Nasrallah’ın hâl ve hareketlerine bakarak onun bir Şiî olduğunu söyleriz ki, bu da -önceki yazımızda zikrettiğimiz üzere tekfiri mümkün olmadığı için- onun müesses nizamın dışının içinde konumlandırılmasını beraberinde getirir. Zira Şia demek, itikat ve amelden önce siyaset bakımından ana akımdan (düşünce ve amelden, iktidardan) ayrılmakla kalmayıp, kendi üstünlüğünü dayatan demektir.
Bu bağlamda bir Şiî olarak Nasrallah için bir hata-sevap cetveli çıkarmamıza gerek yok. Çünkü özellikle Suriye’de Sünnilerin ve oradaki Şiî cuntaya karşı çıkanların kanları onun ellerine........
© Haber Vakti
visit website