Akçay: Şimşek programı, geniş toplum kesimleri için refah getirmiyor
DUVAR - Türkiye’nin son 22 yılda geçirdiği ekonomik dönüşüm emek hareketinde ciddi erime, ücretlerde düşüş, zaman zaman patlayan kredi krizlerine ve kur şoklarına neden oldu. Öte yandan iktidar partisi 2002-2024 arasında özellikle siyasette belirginleşen koalisyonlar kurdu ve iktidarda kalmayı başardı.
AKP’yi bu süre boyunca ekonomide yaşanan kriz ve şoklara karşın iktidarda tutan ne? İktidar partisinin ekonomide oluşturduğu blok nasıl bir mantığa dayanıyor? Sürecin kazanan ve kaybedenleri kim? Mehmet Şimşek’in öncülüğünde uygulanan ekonomi programı topluma ne vaat ediyor? Selefi Nurettin Nebati programından hangi noktalarda ayrılıyor hangi noktalarda benzeşiyor?
Siyasal iktisatçı Doç. Dr. Ümit Akçay, Doğan Kitap etiketi taşıyan ve 9 bölümden oluşan 'Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl (2018-2023): Türkiye’de Kriz, Siyaset ve Sermaye' isimli kitabında Türkiye’nin ekonomik yolculuğuna eleştirel siyasal iktisat yaklaşımı üzerinden mercek tutuyor.
Doç. Dr. Ümit Akçay ile kitabını ve Türkiye ekonomisinin 22 yıllık yolculuğunu konuştuk.
Kitabınızda özellikle 2003-2013 döneminde sert biçimde uygulanan neoliberal politikalardan bahsediyorsunuz. Öte yandan aynı dönem iktidar partisinin oylarını en fazla arttırdığı tek başına iktidarın tüm alanlarına nüfuz ettiği de bir dönemdi. Bu nasıl oldu? Yani iktidar milyonlarca insandan bu ekonomik açmaza rağmen her defasında nasıl rıza devşirebildi?
Bu konu geçtiğimiz yıllarda ilgili literatürde (‘neoliberal popülizm’ başlığı altında) detaylıca tartışıldı. AKP’nin neoliberal piyasa reformlarını hayata geçirirken siyasal desteğini artırabilmesinin bir yanında, kurduğu siyasi koalisyonlar var. Ancak konumuz ekonomi politikaları olduğundan, AKP’nin bu dönemde kurduğu ‘büyüme koalisyonuna’ değinebiliriz. ‘Değerli TL’ etrafında kurulan büyüme koalisyonu, hakim sermaye fraksiyonunun çıkarlarını gözetmesi yanında, halk sınıflarını içerecek mekanizmalar da içeriyordu. Bireysel borçlanma araçları ilk defa bu dönemde yaygınlaştı ve geniş toplum kesimlerinin ekonomik sisteme entegrasyonu sağlandı. Bu süreçte, reel ücretler anlamlı bir şekilde artmasa dahi borçlanma imkânlarının genişlemesi ve değerli TL'nin yarattığı tüketim artışı, işçi sınıfının bazı kesimlerinde geçici bir refah dönemi yarattı. Buna ek olarak kayıt dışı çalışanlar ve yoksullar, sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinden yararlanmaya başladı, bu da AKP'nin büyüme koalisyonuna destek sağladı. Sosyal yardımlar, özellikle kırsal kesimlerde ve kent yoksulları arasında AKP'ye desteği pekiştirdi. Ayrıca, kent rantı yaratma ve dağıtma üzerinden inşaat sektörüne dayalı politikalar, konut sahiplerini ekonomik olarak güçlendirdi. Ancak iç talebe dayalı bu büyüme koalisyonunu mümkün kılan uluslararası finansal koşulların uygun olmasıydı. Sermaye girişleri sürdükçe bu büyüme koalisyonu da sürdü. TL’nin değersizleşme dinamikleri giderek daha baskın hale geldiğinde gerek 2013 öncesindeki birikim/büyüme modelini sürdürmek, gerekse bu modelin üzerinde yükseldiği büyüme koalisyonunu bir arada tutmak giderek zorlaştı.
Kitabınızın bir bölümünde özellikle alan dışından okuyucuyu kucaklamak için iktidar bloku kavramını sermaye gruplarının bundaki konumunu aktarıyorsunuz. Bu yaklaşımı nenden tercih ettiniz?
İktidar bloku kavramı, eleştirel devlet teorisinin geliştirdiği kavramlardan. Aynı zamanda da kitapta kullandığım eleştirel siyasal iktisat yaklaşımının beslendiği iki teorik damardan biri. Basitçe belirtmek gerekirse iktidar bloku üç bileşenden oluşuyor; bürokrasi, siyasi iktidar ve sermaye fraksiyonları. Belirli bir dönemde belirli bir politikanın neden takip edildiğini ya da ekonomi politikasındaki değişiklikleri açıklamak için bu üç bileşene birden bakmamız gerektiğini vurguluyor bu kavram. Bu kavramı kullanmak bize iki temel avantaj sağlıyor. İlki ekonomizm hatasına düşmemizi engelliyor. Yani iktisadi gerekliliklerin rolünü abartarak siyasi aktörlerin kendi stratejilerinin görünmez kılınması riskini azaltıyor. İkincisi de siyasi indirgemecilik sorunu. Yaşanan tüm gelişmeleri siyasi dinamiklerle ve daha somut olarak siyasi aktörlerin niyetleri/tercihleriyle ya da kurumsal düzenlemelerle açıklama hatası.
İktidar bloku kavramından hareket ettiğimizdeyse, siyasi aktörlerin tercihlerini belirleyen temel dinamikleri de analize kattığımız için siyasi indirgemecilik hatasından uzak durabiliyoruz. Dolayısıyla kullandığımız kavramsal çerçeve, sorunları ya da gelişmeleri anlamamıza/açıklamamıza yardımcı oluyor. Bu konu sadece akademik bir tartışma konusu değil. Aynı zamanda siyasi stratejilerin üzerine bina edileceği tespitlerin sınırını belirlediği ölçüde siyaseten de önemli.
Yine dikkat çeken önemli konulardan biri, örgütlü emek gücündeki gerileme. 1990’larda uygulanmak istenen neoliberal politikalara sendikalar ve işçiler seslerini yükselterek bir noktaya kadar engel olabilmişti. Elbette tarihi uzun ancak ne oldu da emeğin üretimden gelen sesi aşama aşama susturuldu? Bir de örgütlü bir emek gücünün olması neden önemli?
Emeğin siyasal, örgütsel, ekonomik ve kurumsal gücünün gerilemesi Türkiye’ye has bir durum değil. 1980’lerden beri uygulanan bir ekonomik/siyasi projenin (neoliberalizm) sonucunda gerçekleşti bu. Türkiye’de üç dönüm noktası tespit edebiliriz. İlki 12 Eylül 1980. 12 Eylül esas olarak emek hareketini ezmek ve krizi hakim sermaye fraksiyonunun çıkarları doğrultusunda aşmak üzere hayata geçti. İkinci dönüm noktası 2001 krizidir. Her ne kadar 12 Eylül’de emek hareketi büyük hasarlar aldıysa da siyaseten ve toplumsal olarak yenilmedi, hatta........
© Gazete Duvar
visit website