Cumhuriyet’in İşçisi Olmak II: İktisadi Kalkınmanın Bedeli
Önceki yazımda 1936 İş Kanunu öncesi emek piyasasını düzenleyen önemli yasaları ele almış ve bunların işçileri koruma hususundaki zayıflıklarını göstermiştim. Aynı şekilde işçilerin gündelik yaşamlarını da kısaca, gazeteler, parti müfettişlerinin raporları gibi kaynaklar ile özetlemeye çalışmıştım.
Devam niteliğinde olan bu yazımdaysa dönemin emek ekonomisi açısından en mühim kanunu olan İş Kanunu’nu ele alacağım ve bunun işçilerin pazarlık güçleri üzerine etkisine değindikten sonra dönemin emek sermaye eşitsizliğini ampirik olarak göstereceğim. Son olarak ise bu dönemde ucuz işgücünün iktisadi büyüme üzerindeki etkisini değerlendireceğim.
1936 İş Kanunu
Dönemin iş hayatının düzenlenmesi hususundaki şüphesiz ki en önemli mevzuatı 1936 İş Kanunu’ydu. Bu kanuna kadar iş hayatını kapsamlı surette düzenleyen bir mevzuat daha önce mevcut değildi. 1936 öncesi dönemde basın, çoğunlukla geniş bir iş mevzuatı olmadığı ve bu yüzden de işçilere sağlam ve geniş çaplı bir güvence sağlanmadığı hususundaki çeşitli eleştirileri dile getirmekteydi.[1] Yerel CHF kongrelerinde de bir iş mevzuatının yasalaştırılması talep edilmekteydi.[2] 1933’de kendi seçim bölgesinde işçilerle görüşen Balıkesir Milletvekili Hacim Muhittin Çarıklı, görüşmeden sonra CHF Genel Sekreterliğine yolladığı telgrafta, acilen bir iş kanunun yasalaşması gerektiğini ifade ediyordu.[3] Önceki yazımda da ifade ettiğim gibi daha önceki dönemlerde de İş Kanunu hakkında çeşitli tasarılar gündeme gelmiş, fakat bu tasarılar çeşitli sebepler dolayısıyla kanunlaştırıl(a)mamıştı.
1936 İş Kanunu’nu değerlendirirken yasanın iki yüzlü bir madalyon olduğunu göz önünde bulundurmak şarttır. İş Kanunu, bireysel iş ilişkileri alanında koruyucu ve kapsayıcı bir nitelikteyken, toplu iş ilişkileri ekseninde otoriter bir tavır takınıyordu.[4] Söz konusu yasayla işçilerin ücretleri, mesai süreleri, çalışma yerlerinde hangi güvenlik ve sağlık önlemlerinin alınacağı belirlenmiş, çocuk ve kadın işçileri koruyan ve güvence altına alan hükümler getirilmişti [5] İfade edilebilir ki bireysel iş ilişkileri bağlamında ciddi şekilde koruyucu bir yasadır. Öte yandan, madolyonun diğer yüzünde, toplu iş ilişkilerinde otoriter bir karaktere sahipti. Sendikaların serbestçe örgütlenmesi yasaklanıyor ve grevlere katı yasaklar getiriliyordu.[6] Yasa, uzlaşma ve hakem uygulamasını önermekteydi, fakat bununla beraber toplumsal iş ilişkileri bağlamında işçinin pazarlık gücünü epey azaltan nitelikte olduğu açıktır.[7] Zira grev ve sendika haklarının işçi ücretlerinde çok büyük etkisi olduğu bilinmektedir.[8]
Peki, yasanın “koruyucu” yanı mı yoksa “otoriter” yanı mı ağır basmaktaydı? Öncelikle şu ifade edilmeli ki yasa 1937’de yürürlüğe girmiş ve koruyucu hükümleri çok kısa bir süre yürürlükte kalmıştı. Zira 1940’da Milli Koruma Kanunu ile neredeyse tüm koruyucu hükümleri, savaş sonuna kadar askıya alındı.[9] Buna rağmen, o güne kadar hukuki bir bağlama oturtulmamış işçi-işveren ilişkilerinin 1936’da geniş bir mevzuatla düzenlenmesi, devrim niteliğinde bir adımdı.[10] Fakat, son kertede yasadaki otoriter tavır daha ağır basmaktaydı. Makal şöyle yazar: “İş Kanunu tümü itibariyle ve amaç unsuru açısından değerlendirildiğinde, madalyonun toplu iş ilişkileri yüzünün daha ağırlıklı olduğu söylenmelidir. Cumhuriyetin başlangıcından 1936’ya uzanan süreçte, değişik iş yasası tasarıları düzleminde; işçiyi korumak düşüncesi giderek arka plana kayarken rejimi korumak düşüncesi ön plana çıkmıştır.”[11]
Bununla beraber, Zürcher’in, bu yasanın doğrudan Faşist İtalya İş Kanunu’ndan alındığı iddiasına[12] katılmak son derece güçtür. Bir kere, Atatürk açıkça korporatif devlet yapısını reddetmiştir[13] İkincil olarak, cumhuriyet döneminde çeşitli korporatif izler görünse bile hiçbir zaman korporatif yapı oluşturulmamış,[14] hatta Recep Peker gibi bu dönemde İtalyan rejimine yakın olduğu iddia edilen kişiler bile açıkça korporatizmi reddetmiştir.[15] Sonuç olarak mevzuat, tüm olumlu noktalarına rağmen, otoriteryen ve işçilerin pazarlık gücünü düşürücü nitelikteydi.
Weigert bu dönemde, Türkiye’de zaten sendikacılığın yaygın olmadığını, bu yüzden de halihazırda olan bir durumun yasalaşmasından başka bir anlam ifade etmediğini dile getirmekteydi. Fakat bu ifadeler, tam olarak gerçeği yansıtmayabilir, zira 1920-5 arasındaki aktif işçi hareketini yok saymaktadır. Şüphesiz ki grevler ve sendikacılık, büyük bir sanayi iş gücü olmadığından veyahut geçici işçilerin ağırlıkta olması gibi durumlar sebebiyle seyrekti. Ancak, işçi örgütlenmelerinin az olmasının bir sebebi de devletin, en baştan beri süregelen şüpheci ve sert tavrıydı. Bu dönemde yine de bir işçi hareketi gayet görünür bir şekilde mevcuttu, fakat Takrir-i Sükun ile susturulmuştu.[16]
Kemalist rejimin bu tavrına eleştirel bakmakla beraber, bu olguyu, yani grev ve sendikal harekete şüpheci yaklaşmasını, özcü bir biçimde Kemalist yönetimin “şeytaniliği” olarak değerlendirmenin ve bunun salt olarak Kemalistlerin günahı olduğunu ileri sürmenin de yanlış olduğunu düşünmekteyim. Zira bu anlayış, Osmanlı ve İTC döneminde de vardı ve 1950’lerde Demokrat Parti yönetiminde de sürecekti.[17] Nitekim, ABD’de bile sendikalaşma ve grev tam anlamıyla 1930’larda New Deal yönetimiyle yasal olabilmişti. Sonuç olarak kurumlar, işçilerin halihazırda düşük olan pazarlık gücünü [18] daha da kısıtlayan nitelikteydi. Bu düşük pazarlık gücünün doğrudan bir sonucuysa güçlü ekonomik büyümeye rağmen işçilerin bundan pay alamamalarıydı.
Hatta vergi yükü de çoğunlukla ücretli kesimin omuzlarına yıkılmıştı. 1930’da Türkiye vergi sistemi hakkında özel bir rapor hazırlayan iki Amerikalı uzman Frederic Benham ve Jules Picharles, eşitsiz vergi yükü dağılımı karşısında şok olmuştu. Zira gözlemlerine göre ortalama olarak 1932-1938 arasında devlet, tüm gelir vergisinin yüzde 82’sini ücretli kesimden almıştı.[19] Aşağıdaki grafiklerde de görüleceği üzere, bu dönemde reel ücretler savaş öncesi seviyesini yakalayamamış ve çoğunlukla da, 1920’lerdeki kısmi iyileşme dışında, 1930’lardaki güçlü büyümeye rağmen sabit ve 1914 seviyesinin gerisinde kalmıştı (tablo, devlet ve özel sektördeki ücretlerin genel........
© Daktilo1984
visit website