Ecdadın kemikleri
Toplum hayatımızda zaman zaman öyle şeyler yaşıyoruz ki oturup ağlamamız gerekirken trajikomik adında bir kelime icat ettiğimiz üzere ve belki gülmeye daha çok ihtiyacımız olduğundan olanlara gülmekten kendimizi alamıyoruz.
Bayram tatilinde Konya’dan geçerken eşsiz Selçuklu dönemini ve özellikle savaşların altında bile bir yandan bütün Anadolu’yu imar eden, diğer yandan Mevlâna gibi bir hoşgörü erbabının Konya’da kök salmasını sağlayan ortamı yaratan Alaaddin Keykubat’ı bir kere daha hatırladık. Alaattin tepesindeki türbede birbirinin ecdadı olan 8 Selçuklu hükümdarının yan yana yattığını ve aralarında birbirini öldürmüş baba ve oğulların da olduğunu eskilerde kaleme almıştım. İktidar ve erk kavgasını babasını öldürmeye kadar götürmüş, fani dünyanın derdini bu denli acı boyutlara taşımış insanların sonsuz uykuda yan yana uyumaları hırslarına karşı hayatın en güzel cevabı olmuştu. Fakat biz de Cumhuriyet döneminde ecdadın kemiklerine akıllarına zarar bir rezillik yaşatmıştık ki olanlar izah edilebilir gibi değildi.
“Zir’i zemin” yani zemin altı mezar, cesedin zeminin altına gömülmesi demektir. Hemen “O zaman bütün mezarlar zir’i zemin” diye itiraz etmeyiniz sayın okurlar, bu gömülme şeklinde zeminin üstüne bir tabut konuluyor ama cesedin kendisi; çalınmaya veya zarar verilmeye karşı korunmak için standart bir mezardan farklı olarak toprağın oldukça altına gömülüyor. Atatürk’ün mezarı bir zir’i zemin mezardır mesela. Ata’mızın bedeni katafaltın çok altında toprağa gömülü halde ebedi istirahatindedir. Selçuklu Sultanları da tehlikelere karşı bir nebze önlem olabilsin diye hep zir’i zemin mezarlara........
© Anayurt
visit website