menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Akademik iflas: Türkiye’de yükseköğretimde değer erozyonu

13 11
24.12.2023

Tuğba Tekerek, “Taşra Üniversiteleri: AK Parti’nin Arka Kampüsü” adlı eseriyle 47. Sedat Simavi Ödülleri’nde, sosyal bilimler dalında övgüye değer bulundu. Tekerek Türkiye’deki akademik arenadaki erozyonu, Antroposen Sohpetler programında anlattı.

Türkiye’de üniversite var-dı. ‘Dı’ diyorum, çünkü artık Türkiye’de değerini yitirmiş ve amacından sapmış bir kurum olarak üniversite var. Açık Radyo’da hazırladığım Antroposen Sohbetler programının son bölümünde gazeteci Tuğba Tekerek’i ağırladım. Söyleşide odak noktamız, genellikle karmaşık bir konu olarak algılanan ve Türkiye’de değerini yitirdiğini düşündüğüm üniversitelerdi.

Tuğba Tekerek’in 2023’te yayımlanan “Taşra Üniversiteleri – AK Parti’nin Arka Kampüsü” başlıklı kitabı, günümüzde yaşadığımız üniversite enflasyonunu “değersizleştirme” ekseninde sorguluyor ve bu bağlamda derslerden öğrenci kulüplerine, yurtlardan kampüs camilerine kadar taşradaki üniversitelerin geniş bir perspektifini çiziyor. Söyleşi sırasında ele aldığımız konuların ana fikrini, bu metinde farklı başlıklar altında sizlere sunmaya çalıştım. Ancak önce, üniversite evrensel anlamda ne ifade ediyor, bu sorunun yanıtını vermeliyim.

Üniversite, kendi başına oldukça önemli ve karmaşıklığı ile dikkat çeken bir konu ve bu konu ülkemizde artık daha da karmaşık bir halde. Bu sebeple, tanımını ve Türkiye’deki üniversite algısını basitçe özetlemek pek mümkün olmayabilir. Genel olarak, üniversite çağdaş toplumların en değerli kurumlarından biridir, çünkü bilgi üretimi konusunda kadrolarıyla ve yapılanmasıyla önemli bir misyon taşır. Üniversite, esasen çeşitli fakülteler, enstitüler, yüksekokullar ve benzeri araştırma birimlerini içeren bir öğretim kurumunu ifade eder. Bu kurum, sadece ileri düzeyde öğretim faaliyetleri yürütmekle kalmaz, aynı zamanda bilimsel araştırmalar yaparak yeni bilgi üretir. Üstelik, “bilimsel özerkliğe” ve kamu tüzel kişiliğine sahiptir. Türkiye’de 1933 yılında gerçekleşen üniversite reformu, bu karmaşık konuyu ülkemizde de derinlemesine idrak etmemiz için bir başlangıç noktası olmuştur. Reform öncesi hazırlıklar, 1932’de Türkiye’ye davet edilen ve Darülfünunu analiz eden Profesör Albert Malche’nin gözlemleriyle başlar ve reformun ilk adımlarını anlamak ve bugün geldiğimiz noktayı değerlendirmek için bu gözlemlere odaklanmak yerinde olur.

Prof. Albert Malche Cenevre Üniversitesi pedagoji profesörüdür. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte inkılaplara ayak uyduramadığı ve yeni Türkiye’nin gelişimine katkıda bulunamadığı düşünülen Darülfünun’da incelemeler yapıp bir rapor hazırlaması için ülkemize davet edilmiş bir bilim insanı. Kendisinin gözlemleri oldukça ilginç sonuçları ortaya koymuş.

O dönemde, Türkiye’de, Darülfünun’da yaklaşık 250 akademisyen olduğu biliniyor. Ancak Malche, Türkiye’de dünyanın başka hiçbir yerinde görmediğimiz bir şeyi vurguluyor: Muallim ve müderrislerin (yani öğretmenler) Darülfünun’un bir parçası olması. Buna ek olarak bilimsel yayınların eksikliğinden, üniversitede çalışan akademisyenlerin ek işler yapmak zorunda kalmasından, öğrencilerin yabancı dil bilmemelerinden bahsederken, hazırladığı raporda Darülfünun’un Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmasının özerklikle bağdaşmadığından da bahsediyor. Ülkesine dönmesinden sonra hazırladığı ikinci raporda ise Darülfünun sonrası kurulacak üniversitede “tüccar prof.” (bilimden çok ticaretle uğraşan) veya “tercüman prof.” (kitaplardan çeviri yaparak ders veren) kadrolarına da yer verilmemesini istemiş.

29 Mayıs 1932 tarihli Malche Raporu’nu inceleyen Atatürk, Darülfünun’daki öğretim üyesi sayısını fazla, nitelik olarak da yetersiz bulmuş ve şu notu düşmüş: “Şahsi mütalaa ve araştırmaya sevk eden tarzda tedris yok. Ansiklopedik malumat veriliyor.” Böylece o dönemde Atatürk geçici olarak özerkliğin kalkmasını ve hızlı bir tasfiye yapılmasını desteklemiş. Sonuçta İstanbul Üniversitesi’nin ilk kadrosu, Darülfünun’dan kalanlar, Avrupa’da eğitim görmüş gençler ve yabancı (Almanya’dan ülkemize davet edilen) profesörlerden kuruldu. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı üniversite ve Cumhuriyet devrimleri arasında sıkı işbirliği oluşturmayı hedeflemişti. Aynı zamanda da üniversiteyi ülke sorunlarının çözümlerine ortak etmek istemişti. Çağdaş bilime yönelişin ilk adımları 1933 yılında atılmıştır. Yani, yükseköğretimde düşünce ve bilgi üretimi yaratıcılığını geliştiren bir sisteme geçilmiştir.

Malche, akademisyen........

© yetkinreport.com


Get it on Google Play