Fark, Omurilikte Gizli
Ekonomik ve sosyal manada bir çöküş içinde sürüklenip gidiyoruz. Asgari ücrete ve hayat pahalılığı oranında kamu çalışanlarına yapılan artış, yüzleri güldürmeye yetmedi. Çünkü piyasadaki dengeyi bir türlü kurmayan ya da kuramayan UBP – DP – YDP “hükümeti”, kaşıkla verdiğini kepçe ile geri alıyor. Bunu sadece bilgisizlik veya beceriksizlik üzerinden değerlendirmek mümkün değil. Bilakis bile isteye, temsil ettikleri politik angajmana uygun olarak hareket ediyorlar. Bilinçli olarak yaygın yoksulluğu azaltmıyor, ender zenginliği arttırıyorlar.
Kamusal faydayı gözetmeyen icraatları, her geçen gün bir başka skandalı ortaya seriyor. Gerek bakanların kendi mal varlıklarında yaşanan şaibeli artış ve bununla bağlantı kurulan ihale yolsuzlukları, gerekse bürokrat ve “iktidar” vekillerinin adının karıştığı “iş takipçiliği” iddiaları dillere dolanmış vaziyette. Dost sohbetlerinde bile konu dönüp dolaşıp oraya geliyor. “Aman canım bunlar da eyiden abarttı, resmen bitirdiler memleketi…”. Peki, sonrası? Kocaman bir boşluk, kulakları çınlatan ama bir türlü harekete geçiremeyen sessiz bir çığlık.
Uzun zamandır düşünüyorum. Niye olmuyor ve şimdi değilse ne zaman, diye. Tabi ki sosyolojik ve konjonktürel pek çok sebep sıralanabilir. Ben bunun yerine, birkaç belirgin noktaya değinmek istiyorum.
***
Yaklaşık dört yıldır üzerimize çöken yoksullaşma, yolsuzluk sarmalı ve anti demokratik uygulamalar karşısında, yoğun toplumsal muhalefetin örülemiyor olmasını ciddiyetle ele almamız gerekiyor. Sosyal medyanın, olumlu yanları dışında, sinikliği de aşıladığı gerçeğini görmezden gelecek değilim ama mesele bunun çok daha ötesinde. Metis Yayınlarından çıkan “Kapitalizm ve Demokrasi – Bir Zıtlığın Anatomisi” isimli derlemeyi okurken, ister istemez memlekete dair düşünmeye başladım. Kitaptaki ‘Nicos Poulantzas: Demokrasinin Bitmeyen Krizi’ başlıklı makalenin yazarı Cemil Boyraz şöyle diyor:
“Her ne kadar söz konusu ekonomik, siyasal ve ideolojik krizlerin yeni kitlesel hareketler ve sınıf mücadelesi için imkânlar sunduğundan söz edilse de, aşırı sağ hareketlerin başta Avrupa’da ve ABD’deki zaferini göz ardı etmemek gerek. Bu bağlamda krizler ile demokratik dönüşüm arasında doğrudan bir ilişki yoktur ve sürecin belirleyeni kriz sürecinde ortaya çıkan çelişkiler ışığında söylemsel gücü eline alan örgütlü kitlesel mücadeleler olacaktır.”
Tabi ki çok daha yakın coğrafyaya veya kendi ülkemizdeki “iktidar” partilerine bakarak da durumu değerlendirmek mümkün. Söz konusu........
© Yeni Düzen
visit website