“Adalet” mi, yoksa şu “Af” mı?..
İlgili âyetlere şöyle bir matmah-i nazar ettiğimizde, şu “meâl-i mânevî” ufkunda işte şu nazarımıza müşâşâ olanlar...
“Sen, affı kendine al, ona sıkıca sarıl ve mârufu emret, şu cahiller gürûhundan da artık yüz çevir...”
“Kötülüğün cezası, ancak kendi miktarınca, şu mislincedir. Ama eğer kim de affeder ve şu ıslah, şu musalaha yolunu eğer tutarsa, hiç şüphesiz, onun mükâfatı da ancak şu Rabbi katındadır.”
“(Kendisine yapılan herhangi bir zulme ya da şu haksızlığa karşı) her kim de sabreder ve affeder ise, işte bu, insan nefsi için, şu başarılması gerçekten zor, ona epey bi’ ağır gelen, ama şu takdire şâyân, övgüye lâyık, şu örnek olacak/alınabilecek en değerli işlerden, şu en övünülecek hasletlerdendir...”
Buna mümâsil, hem de müşâbih olarak, pek çok âyet-i kerimede yine bizlere, sarahaten veya zimnen ya da işareten şu “Af” tavsiye, hem de telkin olunmakta...
Risale-i Nurlar’a, hem de Üstâdımız Bediüzzaman Said Nursi’nin şu sergüzeşt-i hayatına baktığımızda ise, “Aff”ın, şu “Adalet”e takdim edilen, şu öncesinde vurgulanan, hem de üzerinde durulan en önemli bir kavram olduğunu görmekteyiz…
Ve onu, şu “Adalet-i Mahza”nın gerçekleştirilmesindeki, şu tekevvün edebilmesindeki en temel, en yegâne, en vazgeçilmez şartlardan birisi, belki de şu “biricik şartı” olarak görmekteyiz...
........© Yeni Asya
visit website