“The Zone of Interest”: Oscar ödüllü bir Holokost filmi, nasıl Gazze’nin çığlığı oldu?
Naziler, 1940 yılında Polonya’yı işgal eder etmez ilk iş olarak kendilerine muhalefet edebilecek Polonyalıları tutuklamış, toplama kamplarına göndermişti. 13 yaşındaki Alexandria Bystroń-Kołodziejczyk’nın maden denetçisi babası bu Polonyalılar arasındaydı. Alexandria’nın babası, önce gettolara, sonrasında toplama kamplarına gönderilip korkunç bir şekilde katledilen Polonyalı Yahudilere nazaran şanslıydı. 1 sene sonra toplama kampından sağ bir şekilde çıkıp evine dönebilmişti. Alexandria, babasına kavuşmuştu, fakat babası artık başka biriydi. Toplama kampına 89 kilo olarak giren adam, evine döndüğünde 32 kiloydu. Naziler mahkumlara yemek vermemiş, babası ve arkadaşları ağaç yaprağı kemirerek açlıklarını bastırmıştı. Sadece Alexandria’nın babası değil, Polonya da tanınmaz haldeydi. Alman ordusu Yahudileri gettolara kapatıyor, Polonyalıların köylerini boşaltıyor, büyük toplama kampları inşa ediyordu. Güneydeki Oscwiecim kentinde yaşayan Alexandria ve ailesi de Auschwitz toplama kampı inşa edilirken 17 bin Polonyalı gibi evlerini terk etmek zorunda kalmıştı.
Toplama kampından sağ kurtulan babasının ve o güne kadar birlikte yaşadıkları Yahudi komşularının başlarına gelenlerden etkilenen 14 yaşındaki Alexandria yaşanan vahşeti sessizce izlemeye dayanamadı. Henüz çocuk yaşındayken Polonyalı direnişçilere katıldı. Auschwitz etrafında yaşayan 1200 Polonyalı gizli direnişçiyle birlikte toplama kampındaki Yahudilere her gece yemek ve kıyafet verdi. Kampın çeşitli yerlerine çok sayıda elma ve ilaç bıraktı. Açlıktan ölene kadar zorla çalıştırılan Yahudiler için bu yardımlar önemliydi. Küçük kız toplama kampının dış dünyayla iletişimi de sağlıyor, kaçak bir şekilde mektup taşıyordu. Alexandria gündüzleri ise Nazilerin yönettiği bir madende çalışıyordu. Gündüz 12 saat çalışıyor, geceleri de uyumayıp Yahudilere gıda taşıyordu. Riskli bir işti. 6 çocuk annesi Polonyalı Helena Plotnicka, Yahudilere yardım ettiği için yakalanmış, Naziler ceza olarak kadını toplama kampına atmış, çocuklar yetim kalmıştı. Fakat Alexandria gündüzleri dahi Yahudilere kötü davranan Nazi subaylarını durdurmaya çalışıyor, dövülen veya kurşuna dizilmek istenen bir Yahudi gördüğü zaman subaylara ağlayıp yalvarıyordu. Bu küçük ama önemli kahramanlıklardan dolayı, Alexandria ömrünün son anına kadar Polonya’da “Yahudi teyze” lakabıyla çağrılmıştı.
14 yaşındaki Alexandria’nın bu kahramanlığı, geçmişte zulme karşı direnme cesareti gösteren birçok sıradan insan gibi unutuldu. Tarih ya en zalimleri ya da en ünlü kahramanları not etmiş, Alexadria’nın hikayesi tozlu raflara kaldırılmıştı. Fakat o rafları kurcalayan birileri de vardı: Auschwitz’te geçen bir Holokost filmi çeken İngiliz yönetmen Jonathan Glazer. Glazer dördüncü uzun metraj filmi için Auschwitz tanıklarıyla görüşüyor, Polonya’da saha çalışması yapıyordu. Alexandria ile Jonathan’ın yolu ise 2016’da keşişmiş; Glazer, 14 yaşındayken Nazilere karşı aktif direnişe katılan Alexandria’dan çok etkilenmişti. 90 yaşındaki Alexandria, Glazer ile konuştuktan ve bütün hikayesini paylaştıktan hemen kısa bir süre sonra hayatını kaybetti.
Jonathan Glazer Oscar ödüllü “The Zone of Interest” filmiyle, Alexandria’nın hikayesini bütün dünyaya duyurdu. Glazer, Alexandria’nın hikayesi sadece ölümsüzleştirmekle kalmadı, Oscar’daki ödül konuşmasının da estirdiği rüzgarla Auschwitz’den Gazze’ye taşıdı.
Holokost’un sesleri
59 yaşındaki Jonathan Glazer, Londra’da doğdu. Entelektüel bir Aşkenaz Yahudi ailede büyüyen Glazer, sinefil babası sayesinde küçük yaşta filmlere merak saldı. Lise çağından itibaren yönetmen olmayı kafasına taktı, ilk uzun metraj filmini ise 2000 yılında çekti: “Sexy Beast”. Emekli bir banka soyguncusunu konu alan bu kara komedi filmi büyük ses getirdi, filmdeki yardımcı oyunculardan Ben Kingsley Oscar ödülü kazandı. Glazer, bu filmden sonra 2 film daha çekti: “Birth” ve “Under the Skin”. 13 senede 3 film çekmişti. Fakat merakla beklenen dördüncü filmini çekmesi için tam 10 sene çalışması gerekecekti.
Glazer’in son filmi oldukça kişiseldi. Orijinal bir Holokost filmi çekmek istiyordu. Bu fikir Naziler yüzünden doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalan ailesini rahatsız etmişti. Glazer’in Guardian’dan Sean O’Hagan’a verdiği söyleşide belirttiği üzere babasının ilk tepkisi oldukça sertti: “Neden geçmişi deşiyorsun? Bırak çürüsün gitsin”. Glazer’in “geçmişi deşmesi” gerçekten de uzun ve zahmetli bir sürece dönüştü. Glazer filmin ilhamını Martin Amis’in “The Zone of Interest” kitabından almıştı. “The Zone of Interest” (Odak Alanı), Nazilerin toplama kamplarını ve yakın çevresini tanımlamak için kullandığı bir tabirdi. Ölüm kamplarını profesyonel ve soğukkanlı bir şekilde betimleyen bu sterilize kavram filmin aynı zamanda ana omurgasını oluşturuyordu. Filmin odağında milyonlarca kişinin katledildiği ölüm çarkı Auschwitz’in mimarı ve komutanı Rudolf Höss ve ailesi vardı.
Fakat Glazer, yaklaşık 1.3 milyon kişinin katledildiği Auschwitz’i farklı bir şekilde anlatmayı tercih etmişti. Filmde Yahudilere karşı işlenen hiçbir işkence, soykırım, insanlık suçu gösterilmeyecek, film Holokost’u arka plan sesleriyle anlatacaktı. Glazer tam bir sene boyunca ses kütüphanelerinde çalıştı, teker teker tren, silah, çığlık sesleri derledi, ses mühendisleriyle el ele verip farklı sesleri birleştirdi. Glazer’in kurgusu oldukça orjinaldi. Film, Auschwitz’in hemen yanında lüks bir lojmanda yaşayan kamp komutanı Rudolf Höss ve ailesinin bakış açısını merkeze alıyordu.
Auschwitz komutanı Rudolf Höss ve ailesi
Bu üst düzey Nazi ailesi; çocuklarıyla, köpekleriyle, özenle baktıkları bahçe, sera ve havuzlarıyla dünyanın en korkunç ölüm kampının yanında kendilerince “normal” bir hayat yaşıyordu. Ailecek akşam yemeği yenirken, çocuklar oyun oynarken, bahçedeki havuzda yüzülürken duvarların hemen arkasında yüzbinlerce Yahudi’nin hapsedildiği toplama kampından çığlıklar, silah sesleri duyuluyor, düzenli bir şekilde gaz odaları çalışıyor, katledilen Yahudilerin cansız bedenleri yakılıyor ve dumanlar görülüyordu. Bu korkunç katliam o denli mekanikleştirilmişti ki yakılan bedenlerin külleri dahi Höss ailesinin bahçesinde gübre olarak kullanılıyordu.
Senarist Hannah Arendt, Yönetmen Jonathan Grazer
Filmin ana teması, Holokost’un Naziler tarafından normalleştirilmesi, mekanikleştirilmesiydi.
“Anatomie d’une chute” filminin de başrol oyuncusu olan Sandra Hüller’in canlandırdığı Hedwig Höss karakteri komutan Rudolf’un eşiydi. Hedwig, film boyunca Yahudilerin külleriyle beslenen çiçeklerine özen gösteriyor, çocuklarıyla ilgileniyor, bütün gündelik hayatını her şey normalmişçesine devam ettiriyordu. Holokost’u o kadar benimsemiş ve normalleştirmişti ki büyük bir heyecanla kampa her yeni gelen kafiledeki Yahudi kadınların el konulan değerli eşyaları, kıyafetlerini eve getirtiyor, kürklerini, rujlarını kullanıyordu.
Filmdeki Hedwig Höss karakterini Sandra Hüller canlandırıyor
Belki de filmin........
© Serbestiyet
visit website