menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Şu Patrikhane “meselesi”

13 7
01.07.2024

Kendi kendimize sorun yaratıp sonra onları unutturmaya çalışmakta bizim kadar becerisi olan millet var mı bilmiyorum. “Mavi Vatan” bunların en sonuncusu. Ülke içinde heyecan yaratan bu “doktrin” dış dünyanın tepkisini uyandırınca, ona dayanarak Libya ile imzalanan ancak hiç bir zaman yürürlüğe giremeyen deniz yetki alanı anlaşması ile birlikte unutulmaya terk edildi.

Bir özelliğimiz de Sevr sendromundan kurtulamamak, geçmişin geçmişte kaldığını bir türlü görmemek, 100 yıl öncesini hala her gün yaşamaktır galiba.

Geçtiğimiz günlerde bunun bir örneğini daha yaşadık. Patrik Bartholomeos 14-16 Haziran tarihlerinde İsviçre’nin Bürgenstock sayfiye kasabasında düzenlenen Ukrayna destek konferansına davet edildi ve ortaya çıkan belgeyi katılımcı çoğu devlet temsilcileriyle imzalaması yine bir bardak suda fırtına yarattı. Hatırlayanlar için Bürgenstock kasabasının yakın tarihimizde bir yeri zaten vardı. Kıbrıs’ın AB’ne katılma antlaşması imzalanmadan hemen önce soruna bir çözüm arayışı bulmak için yapılan konferans da orada toplanmış ve her zamanki gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Patriğin hangi sıfatla toplantıya katılmış olması hemen alışılmış tartışmalara yol açtı. Kimisine göre Patrik devlet başkanı olarak imza atmış, kimisine göre Dışişleri Bakanının da aynı toplantıda bulunmasının ülkemizin bu sıfatı veya en azından ekümeniklik iddiasını tanımış olması anlamına gelirmiş, bütün bunlar Lozan Antlaşmasına aykırıymış ve ülkemizi Sevr’deki gibi parçalamak isteyenlerin yeni bir tezgahıymış. Televizyonlarda ve gazete sütunlarında boy gösteren sivil, asker, akademisyen vs bir çok kişi bağıra bağıra her türlü iddiayı dile getirmiş, ülkenin karşılaştığı bu yadsınamaz olduğunu düşündükleri tehlikeye karşı hep birlikte mücadele etme uyarısında en heyecanlı bir şekilde bulunmuşlardır. Hatta, Kanalistanbul projesinin aslında bir Rum-Yunan-emperyalist planı olduğunu, kanalın inşasıyla yaratılacak ve İstanbul’un Avrupa yakasını kıtadan ayıracak adada Patrikhane yönetiminde bir çeşit Vatikan devleti kurulmasının amaçlandığını iddia edene dahi rastladım. Daha çok “muhalif” televizyon kanallarında boy gösteren bu sözde uzmanların Yunanistan nüfusunun tamamını İstanbul’a taşısanız şehrin mevcut nüfusunun ancak yarısına tekabül edeceğini düşünmüyor, yine paranoyak fobilerinin içinde boğulmayı tercih ediyorlar. Tabii ülkemizin gündemi baş döndürücü bir şekilde değiştiği için konu birkaç gün içinde unutuldu gitti. Yine de bazı gerçekleri, işe yarayacağı için değil de sırf kayda geçirmek niyetiyle hatırlatmakta fayda var. Belki bazı okuyucular Patrikhaneye gelecekte atfedilecek ülkemizi parçalayıp egemenliğini ilan etme teşebbüsü olarak görülecek olaylarda bu yazıyı hatırlarlar.

İlk ve belki en önemli söylenecek şey, Murat Bardakçı’nın yıllar önce yazdığı bir yazıda belirttiği gibi Lozan Antlaşmasında Patrikhane ile ilgili “değil bir madde, bir kelime dahi yoktur”. TV kanallarında ve gazete sütunlarında gözleri dönmüş vaziyette her türlü yanlış bilgiyi yayanların bunu bilmediğine inanmak mümkün değil. Demek ki bile bile uyduruyorlar.

Konferans sırasında Türkiye Patrikhanenin ülke topraklarından çıkartılmasını talep etmiş, ancak bu talep kabul görmemişti. Statüsü ile ilgili olarak da Konferansta kabul edilmiş herhangi bir belge yoktur. Türkiye Patrikhaneyi o sıralarda nüfusu 150.000 civarında olan İstanbul’un Rum/Yunan nüfusuna dini hizmetler götürecek bir kurum olarak görmüştü. Diğer ülkeler ise Patrikleri bunun ötesinde şu sıralarda sayıları 300 milyonu bulan dünya Ortodokslarının lideri veya en azından liderlerinin önde gelenlerinden biri olarak görmüşlerdir. Patriklerin böyle bir rolü olamayacağını öngören uluslararası toplumun kabul ettiği herhangi bir bağlayıcı metin yoktur. Türkiye bu rolü kabul etmemekte tabii ki serbesttir. Zaten Müslüman bir ülkenin Ortodoks Hıristiyanların kendi iç tartışmalarına konu teşkil eden Patrikhanenin statüsü hakkında görüş serdetmesi biraz saçma olurdu. Ancak aynı şekilde bu konuda bir uluslararası belge olmadıkça başka ülkelerin Patrikhaneye farklı bir hüviyet vermesini engelleme imkânı yoktur. Tek yapılabilecek şey, Patrikhaneyi Türkiye dışına çıkarmaya yeniden çalışmak ki Lozan’dan sonra şimdiye kadar hiçbir hükümet buna teşebbüs etmemiştir. Kâr zarar hesabının en azından bu........

© Serbestiyet


Get it on Google Play