Basın tarihi: Sadece Eylül…
Hayat, yaşadığınız anın içindeyken çok ağır kıpırdıyormuş gibi hissettirir, sanki hiç geçmiyormuş, hiç geçmeyecekmiş gibi… Sonra dönüp arkanıza bakarsınız, zamanın deli bir nehir gibi aktığını görürsünüz.
Akan suyun debisini ölçer gibi ben de akan hayatın hızını ölçmek için bir işaret koymak isterim.
Benim için o işaret Eylül’dür.
Eylüllerin tekrarı hayatın akışını da gösterir bana.
***
İşte Eylül yeniden geldi.
“Güller ve hanımelleri ile donanmış bahçeler, hepsinin birbirine benzediği açık mutfak pencerelerinden ortalığa yayılan kızartma kokuları, günün kararmaya başlamasına rağmen eve girmemekte direnen inatçı çocukların sesleri.
Yaz gerilerde kalmaya başladı.
‘Alev rengi hüznüyle sonbahar’…”
Zamanın bu hızı, tekrarlanan ve hepimiz için her seferinde biraz daha eksilen bu Eylüller, bazen durup şöyle bir bakmamız gerektiğini düşündürür bana.
Eylül’e uygun bir hüzünle hem hayatın güzelliğini hem hızla geçip gittiğini, hem de o hayatı insanların bazen nasıl bir hovardalıkla ve anlamsız ihtiraslarla harcadığını gösterir bana.
Hem içinde olduğumuz Eylül’e hem de geçmiş Eylüllere bakarım.
***
Geçen sene sormuşum:
“Ben bu Eylül’lere neden düşkünüm?”
Sonra da yanıtlamışım:
“Eylül kırılgan ışıkları ve ürpertmeyen serinliğiyle galiba bizim yaşamakta olduğumuzu en çok hissettiğimiz........
© P24
visit website