İstanbul’u dolaşıyorum gözlerim kapalı…
Gençken tuvalet arama rüyaları görürdüm, konular değişir ama tuvalet arama paydası değişmezdi.
Örneğin, Aksaray meydanında siyasi bir yürüyüşteyken tuvaletim gelir, nasılsa yürüyüş kolunu ileride yakalarım diyerek alt geçide inerdim. Ancak koridor koridor dolaşır tuvaleti bulamazdım. Bulsam kapısı kilitli olurdu, açık olsa içi çok pis olurdu. Alt geçitten çıktığımda yürüyüş konvoyunu kaçırmış olur, bu kez de Yenikapı istikametinde tuvalet aramaya başlar ama gene istediğim gibisini bulamazdım.
Başka bir rüyamda akşam sıkışmış vaziyette eve kendimi dar atardım ki o da ne, evde kimse yok, bende de anahtar yok. Bir koşu üst sokaktaki halamlara giderdim, onlar da evde olmazdı. Bu kez hedef öteki mahalledeki akrabalarım…
Böyle ne çok rüya gördüm gençliğimde anlatmakla bitmez. Bu rüyalar yüzünden eşime “En sonunda kapısı kilitli olmayan ve de tertemiz bir tuvalet bulacağım. Deliği de tam senin üstüne denk gelecek, bak demedi deme” diyerek dalga geçerdim çünkü gerçekten de bir gece yatağa yapacağım diye içten içe korkardım. Zamanla tuvalet arama rüyalarım kayboldu ama ben bu rüyaların varlığının da yokluğunun da nedenini anlayamadım…
Amerika’ya göçeli yedi sene bitti. Ömrümün şehri İstanbul’dan bir daha bu şehre dönmeyeceğim kararı ile çıktım. “Ben başka bir yerde yaşayamam” dediğim şehrimi özlememeye de karar vererek çıktım.
Kararımı da tuttum, gerçekten özlemiyorum. Ancak rüyalarımda habire İstanbul’da geziyorum. Bugün Karaköy’de yarın Büyükçekmece’de, bir Ada’da bir Boğaz’da, İstanbul’un bildiğim tanıdığım her bir köşesinde, tıpkı eski günlerde olduğu gibi geziyorum da geziyorum.
Ancak bu rüyalarımın bazı ilginç özellikleri var. Birincisi eskiden rüyamda yaptığımı pek bilmediğim bir şeyi yapıyor, akışa müdahale ediyorum. “Hani İstanbul’a dönmeyeceğim demiştin, bak gene dönmüşün işte” diyorum. “Yok, dönmedim ki bu bir rüya” diye kendimi yanıtlıyorum. “Hadi be, böyle rüya mı olur, bak şu çiçek nasıl kokuyor, bak yanından geçen otobüs nasıl egzoz saldı, böyle ayrıntılı rüya olur mu?” diyerek bir bir kanıtlar gösteriyor, rüyaydı-gerçekti diye kendi kendimle kapışıyorum…
Bu İstanbullu rüyalarda ayrıca hep bir yere gitmeye çalışıyor ama hedefime bir türlü erişemiyorum. Örneğin Sirkeci’deyim ve Eminönü’ne inip vapura binmeyi hedefliyorum. Sirkeci bayağı bir dağlık arazi, ben tepeyi aşayım derken yanlış yola giriyorum, oradan çıkıp ötekinde ilerlerken yolum bir evin merdivenleriyle kesiliyor. Merdivenlerden inip binanın dehlizlerinde dolanıyorum ama ne yapıyorsam da bir türlü o tepeyi aşıp deniz kenarına ve vapur iskelesine erişemiyorum. Buna benzer benzemez ne labirentler ne zorluklar engelliyor vuslata ermemi, anlatmakla bitmez.
Rüyalarımda git git bitmeyen yollardayken ilginç biçimde kızmıyor, sinirlenmiyor, bıkmıyor, yorulmuyorum. Sanki bu normal bir şeymiş gibi hedefe odaklı yola devam ediyorum. Niye İstanbul’a döndün diye kafa tutan beynim, Sirkeci böyle bir yer mi, Üsküdar buna mı benzer, nereden uyduruyorsun bunca gerçek dışı ayrıntıyı demiyor nedense.
Arap şehirlerinin medinalarına benzeyen dehlizlerle dolu yollar, akla ziyan mekânlar falan filan öyle aşinaymış gibi geliyor ki bana, hep oralarda yaşamışım gibi kimi zaman daracık kimi zaman çamurlu sokakları değiştire değiştire, kimi zaman terlemişken kimi zaman tek terlikliyken ha bire menzile erişmeye çabalıyorum. Buna benzer benzemez bütün İstanbul rüyalarımda hep bir hedefim var ve asla o hedefe erişemiyorum.
Geçenlerde uyanıkken bu rüyalar aklıma gelince üstünde biraz düşündüm. Sonra da kendime yeni bir komut verdim. Tamam yaaa, sen de boz kararını, madem rüyalarına girecek kadar gitmek istiyorsun git sen de. Ancak illa gitmeyeceksen de kapat artık şu defteri; İstanbul’u........© Medya Günlüğü
visit website