Nakşibendistanda Dağ Nöbeti
Merhum Esad Coşan Hoca Efendi 80’li yılların sonunda, içlerinde Malatya’dan Resul Dağdeviren abinin de bulunduğu bir grup yol arkadaşıyla Urfa’dan başlayarak Van’a kadar uzanan rotada bölgenin ilim ve irfan merkezlerini ziyaret etmişti. Yol üzerindeki aktif medrese ve tekkeleri, âlimleri, şeyhleri ve dünyasını değiştirmiş gönül adamlarının kabirlerini ziyaret etmiş ve sayılarının çokluğunu dikkate alarak “Bu bölgeye Nakşibendistan” demek lazım demişti.
Bir tarikat ismini bir coğrafyaya isim olarak vermesini ilk duyduğumda, “herhalde bölgedeki medrese, tekke, âlim, şeyh ve hatta bunlara ait mezarları; içinde bulundukları şehirlerin, köylerin ve hatta dağların birer İslamî tapusu ve kalesi gibi görmüştür” diye düşünmüştüm.
Tam kastını bilemem ama şimdi bu kalelerden biri olan üzerinde bulunduğum Gabar Dağı’daki Basret Dergâhı ve medresesinin kapısında durunca, 35 yıl önceki o seyahat geldi hatırıma.
Malumdur, parça bütüne işaret eder. Kapısında bulunduğum bu bomboş köy, bu bomboş medrese ve dergâh da Nakşibendistan’ın en önemli sütunlarından biriydi bir zamanlar. 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde kurulmuş ve yaklaşık yüzyıl çok aktif olarak ilim ve irfan dağıtmıştı. Gel gör ki zaman değirmeni dönmüş ve koca Osmanlı Devleti yıkılmış, 1924 yılında medreseler ve ardından 1925 yılında tekkeler kapatılmıştı. Tam da bu yıllarda, herkesin fil tarifi yapar gibi yorumladığı Şeyh Said Olayı gerçekleşmiş ve bölgede bir belirsizlik ve tedirginlik rüzgârı esmişti.
Bu olay esas alınarak 1926 yılında tedbir amaçlı yüzlerce medrese hocası ve şeyh ailesiyle........
© Maarifin Sesi
visit website