Ağrı Dağı’nın Zirvesinde
Gaye, gayretin anahtarıdır. İnsanın gözünü diktiği yere gönlü de meylediyor. Ayaklara güç veren de gönlün bu meylidir. Bu husus, her türlü eğitimin özünü teşkil eder.
Bizi Ağrı Dağı’nın eteklerine kadar getiren de yalnızca zirve gayesi.
Yaz mevsiminin bu sıcak günlerinde 3200 ana kampında, ara sıra rüzgarla bölünse de tırmanışın ilk gününde uyku tulumlarına girip biraz merak biraz da endişe ile bölünen bir gece geçirdik. Zira bizden birkaç gün önce zirvede iki kişi siste kaybolup donarak vefat etmişti. İnsan tedirgin olsa da uyku her zaman galip geliyor. İkinci gün saat tam sekizde, menüde portakalın bile bulunduğu mükellef bir kahvaltıdan sonra dokuz buçuğa doğru 4200 kampına doğru yola çıktık. Rehberlerimizden Reşit yine önde, Ali ise bir çoban hassasiyeti ile arkadan toparlayarak geliyor. Hava oldukça güzel ve yüzlerce kişi yola düşmüş ağır ağır tırmanıyor. Bir süre sonra patika ya da Türkçesiyle söyleyecek okursa yolak tekleşiyor. Hava serin ama yukarı çıktıkça bedenler ısınıyor. Allah’tan ki çadırlardan ayrılmadan güneş kremlerini yüzümüze sürmüşüz. Zira yüksek yerde güneş bir başka yakıyor. Yukarıdan inen kimileri bu tedbiri almadıkları için yüzleri kızıl köze dönmüş durumda.
Dört saati aşkın bir yolculuktan sonra nihayet 4200 kampına varıyoruz. Etrafımız ala bula karla dolu. Hemen sağımızda Kırmızı Kanyon denen yer var. Bu noktada dağ belki de volkanik patlama olduğu dönemden kalma bir derin vadi oluşturmuş, her yıl bir miktar daha aşağı doğru kayıyormuş. Manzara güzel gelse de bedenler öyle yorgun ki enerji istiyor. Allahtan firma çorbamızı ve çayımızı biz varmadan yine hazır etmiş. Çay, çorba, namaz ve serin hava bizi zindeleştiriyor. Alışık olmadığımız bu rakımda ara sıra aldığımız nefesin yetmediğini hissediyoruz. Oksijen oldukça azalmış durumda. Yaklaşık iki saat kaldıktan sonra vücut bu oksijen düzeyine alışınca yeniden dört saatlik bir inişle 3200 kampına varıyoruz. Doğrusu çok da zorumuza gidiyor. Çünkü yarın yeniden çıkacağımız bu yükseklik, şimdiden gözümüzü korkutuyor. Gel gör ki her yolun bir kuralı var. Bu yolun ustaları tırmanışın ikinci gününü aktivasyon dedikleri bu yükseklik alıştırmasına ayırıyorlar. Haklılar da zira alışmadan çıkınca nefes darlığı ve hatta kalp krizine kadar ağır sonuçlara sebep olabiliyor. Bizim kuşaklar iyi bilir, hani eski arabalarda avans ayarı vardı yükseğe çakınca manuel olarak ayarlanırdı. Şimdiki araçlar bunu otomatik yapıyorlar. 4200 kampına bu ilk çıkış ve iniş de aslında vücudun avans ayarı yapılıyor. Yolun kuralı bu.
Gün boyu gözlemlediğim rehberimiz Reşit ve Ali öyle mahirler ki alaylı birer usta olmuşlar. Tempoyu öyle ayarlıyorlar ki eğer kondisyonuz varsa ayaklarına uyduğunuz takdirde hedefe varmamak neredeyse imkânsız. İşte bu ustaların izinde 3200 kampına indiğimizde oldukça yorulmuşuz. Saat tam 18:00’de yemek ve ardından serin havada çaylarımızı içiyoruz. Akşam olup gecenin karanlığı üzerimize üşüşünce, kamp aniden soğuyor. Yemekhane çadırında yakılan sobanın başında toplanıp çaya devam ediyoruz. Firma ekibi, diğer firmaların sahipleri derken sohbet sohbeti açıyor. Yatsı vakti geldiğinde ayrılıp herkes kendi çadırına yatmaya gidiyor. Kamptaki ikinci gecede, artık alıştığımızdan yahut yorgunluktan olsa gerek sabaha kadar deliksiz bir uyku çekiyoruz.
Ve şimdi üçüncü gündeyiz. Kahvaltı sonrası yeniden yola uygun giyinip 4200 kampına doğru yola düşüyoruz. Ama önceki günün aksine hava oldukça kötü, dört saran süren yolda önce yağmur yağıyor üstümüze. Biraz daha çakınca doluya dönüşüyor. Kampa yaklaşırken artık kar altında yürüyoruz. Kısa süre kampta da kar devam ediyor. İkindi vakti vardığımız kampta alışık olduğumuz üzere........
© Maarifin Sesi
visit website