Yalancı Dünyaya Aldanma Ya Hû!
Yaklaşık dört buçuk asır evvel, zamanın Bursa kadılarından birisi; feyzalmak ve mana âleminde sefere çıkmak arzusuyla gittiği kapıda “Yanlış yapıyorsun kadı efendi! Bizim kapımız yokluk kapısıdır, oysa sen varlık kapsının adamısın. Senin ilmin var, makamın var, şöhretin var, malın mülkün var. Senin dünyalıklarına karşılık bizim hiçbir şeyimiz yok. Sende Allah’tan başka her şey var, bizde sadece Allah var.” sözleriyle karşılaştı.
Söylenen sözler doğruydu ve söyleyen kimse yerden göğe kadar haklıydı.
Yıllarca medrese öğrenimi görmüş; müderrislik, kadılık gibi memuriyetlerde bulunmuştu ve bulunmaya devam ediyordu. Kim bilir kimler onun yerinde olmaya hevesleniyordu.
Fakat o, fani dünyanın fani işlerine ve albenili dünyalıklara sırt çevirip memuriyetini bırakmakta kararlıydı. Karşısındaki gönül insanı bunu fark etti ve ona ilk dersini verdi.
“Bir: Mal ve mülkten vaz geçeceksin! İki: Kadılık ve müderrislik görevlerini terk edeceksin! Üç: Nefsini ayaklar altına alacaksın!”
Bu ders, zahirde nasıl bir dersti? Nefis, kalp, akıl ve beden bunlara tahammül edebilir miydi? Ederse nasıl tahammül ederdi? Tahammül etmezse, edemezse hâli nice olurdu?
Çevresinde dirilerden çok ölülerin bulunduğunun farkında olan kadı efendi, bir kere mana âlemine sefer eylemeye karar vermişti. Gözünde ne mevki makam, ne mal mülk, ne de şöhret vardı.
Söylenenleri kabullendi. Dönüp gitti ve söylenenleri bir bir yerine getirdi.
Malını mülkünü fakir fukaraya dağıttı. Mahkemedeki kadılık,........
© Maarifin Sesi
visit website