Eğitimde Geleneğin Bilgeliği
Tarihini biraz daha geriye götürmek mümkünse de genel kabul gören bir anlayışa göre Tanzimat’tan itibaren her sahada daha gelişmiş bir toplum olabilmek için önümüze bir hedef koyduk. Bu hedefin sihirli kelimeleri ise “Muasırlaşma”, “Batılılaşma”, “çağdaşlaşma”, “modernleşme” idi. İki asırdır bu hayalin peşinde koşuyoruz. Bu yolda aldığımız mesafe, geldiğimiz nokta ortada. Arzu edilen neticeye ulaşılamadığı için hâlâ bu kavramları telaffuz ediyoruz, hâlâ çağdaşlığın örneği, öncüsü gördüğümüz Batı’yı tüm kuramları ve uygulamalarıyla benimsemek adına Avrupa Birliğine girebilmeyi hayati bir konu olarak görüyoruz.
Bütün bunlar, bir tek gerçeği ortaya koyuyor. Biz, çözülme döneminde modernleşmenin peşinde koşarken çok önemli bir gerçeği göz ardı ettik. O da geleneğin bilgeliğidir. Bu ihmal edilince Batının bilimi, tekniği meselemizi çözmeye yetmedi. Biz, bilginin bilgeliğe dönüştürülerek faydalı hale getirildiği bir yapıdan geliyorduk. Bu yapıda esas olan insandı ve insan sadece dünyası ile değil ahretiyle, sadece kendisiyle değil çevresiyle düşünülmekte ve her türlü eğitim uygulamaları ona göre düzenlenmekteydi. Sadece fiziki olan değil metafizik olan da önemliydi. Dolayısıyla insana yönelik her uygulamada bu bütünlük anlayışı esastı. Psikoloji, pedagoji, sosyoloji bizde belki batıdaki gibi sistemleştirilmiş bilgiler, bilimler değildi ama anlayış ve uygulama olarak bunların âlâsını biliyor ve yapıyorduk.
Burada madem öyleydi, neden geri kaldık gibi soruların akla gelebileceğini biliyoruz. Hemen belirtelim ki geleneği bir ağaç teşbihiyle ele alınacak olursa şunları söyleyebiliriz. Bir ağacın yetişmesi öncelikle bir zihniyet, ardından bir iklim, hava ve su meselesidir. Yetiştirme sürecinde gösterilecek ihtimam önemlidir. Ağaç karamaya yüz tuttuğunda ise ısrarla onu yaşatmaya uğraşmak şeklindeki boş bir çaba yerine onun meyvesinden, dallarından yeni ağaçlar yetiştirmek gerekir. Bu çağının içinde olmanın dolayısıyla çağdaş olmanın ta kendisidir. Çünkü yeni yetişecek olan kurumaya yüz tutandan farklı değildir. Zira kökleri ondandır. Yeni bir ağaç olacak çekirdek, özünü ondan almıştır. Önemli olan fiziğin ve metafiziğin gerçeklerine uygun olarak kendini yenilemedir. Köklerden filizlenenden yeni bir ağaç meydana getirmektir. Tanpınar’ın deyişiyle “Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”tir esas olan.
İşte biz bunu yapamadık. Bir misal olsun diye söylemek gerekirse sandık ki bağlama yerine gitarı alırsak elimize musikide mesafe alırız. Kendi giyim tarzımız yerine batılılar gibi giyinirsek her şey yoluna girer. Çocuğumuz dini ilimler yerine sadece fenni, ilimler okursa ihtiyacımız olan münevver kadrosunu kurmuş oluruz sandık. Misaller çoğaltılabilir ama sonuç değişmez. Sonuç maalesef şudur. Kabul edelim ki çağdaşlaşma, yenilenme yolunda yanlışlık yaptık. Bunca çabaya rağmen ortada ne bir Mimar Sinan’ımız vardır, ne bir Dede Efendimiz, ne Katip Çelebimiz ne de Şeyh Galibimiz… Bu misaller karşısında “hiç mi yok” sorusuna cevabımız şu olabilir. Elbette var. Ama onları, büyük kılan işte başından beri söylemeye çalıştığımız şey yani onların kendi sahalarında gelenekle kurdukları sağlıklı ve samimi bağdır. Bilgiyi bilgelikle zengin ve anlamlı kılmalarıdır. Mimarsalar, kadim ustaları Mimar Sinan’dan besleniyorlardır. Şairseler üstatları Yunus’tur, Fuzuli’dir. Musiki erbabı iseler kendi musiki geleneğinden kopmamışlardır. Ama yaşadıkları zamanın da farkındadırlar. Bilgiyi nerden bulurlarsa almaktadırlar ama her şeyi kendi özgün yapılarını kurmak adına yapmaktadırlar. Mesela şiirde Sezai Karakoç böyle bir örnektir. Ne geçmişe takılıp kalarak yitip gidene ağıtlar düzmüş, ne geçmişi reddederek köksüzlüğe prim vermiştir. Ağacın kuruyan damarlarını da, yeşeren filizlerini de görmeyi başararak yeni olanın imkânlarını kadim geleneğinden devşirerek, köksüzlükten uzak bir çağdaş şiir yapısı kurmuştur.
Onun sanat ve düşüncede gerçekleştirdiği bu diriliş hamlesi her sahada yapılması gerekenini aslında ne olması gerektiğini bize çok iyi öğretmiştir. Yahya Kemal’le Ziya Gökalp arasında geçen şu diyalog, bütün bu söylediklerimizi özetler niteliktedir. Ziya Gökalp, Yahya Kemal’in hâlâ aruz’la şiir yazmasına, geçmişten çokça dem........
© Maarifin Sesi
visit website