Hakk’ın hayat verdiği varlık âlemi, akıl ve iradesini doğru kullanıp kullanmama keyfiyeti dolayısıyla, insan için bir imtihan meydanıdır. Vakıa, bu meydan özge meydandır. Sünnetullah denilen sebep ve sonuç bağlantısına göre, tercihlere göredir tecellîler. Bu noktada, imandan hemen sonra istikametin seyrini de belirleyecek azamette bir ihtiyaç olarak beliren en hayatî lâzıme duâdır. Hazreti Müsebbibü’l-Esbâbın mahlûkatı arasında kul olma şerefi ile serfiraz kıldığı insanın, Zât-ı Ulûhiyyet ile arasındaki bağın aşkın âteşin sıcaklığı ile daima taze tutulması için şarttır.

Duâ, kulluğun nişânesi bir ibadettir. Karşılığı icabet olan bu ibadet, bir nazlı niyaz ve aczi müdrik bir yakarıştır.

Duâ, bir tazimdir; Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını beyan ederek O’nun lütfunu dileme, seslenmek, istemek, çağırmak, davet etme, ibadet etme, yardıma çağırma, bir durumu arz etme, Allah’ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarına gelir.

Dua, kalbe huzur, rahat ve sükûnet veren, zihni ve maneviyatı güçlendiren bir ihtiyaç olan duâ, en büyük manevî huzur ve mutluluk vesilesidir. Kuluna şah damarından daha yakın olan Allah ile kurbiyetin tesisinde onsuz olunmaz bir karardadır. Başı sürur, sonu huzur olan bir nimettir.

Duâ, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyazdır. Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesini ifade eden arz-ı hâldir. Hayır duâ da bedduâ da olsa aynıdır.

Duâ, Yaradan’la irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini temin eden, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir vasıtadır. Sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir manevî kurtuluş köprüsüdür. Mukaddes Kitâb-ı Kerîmin birinci ve yüz on dördüncü surelerinin esasen birer duâ olmaları ise, varlığın/hayatın duâda sırlandığının izharıdır.

Duâ, her zaman ve her yerde yapılır. Kudsiyetin hususi tecellilerine mazhar belli yerler ve zamanlarda bilhassa, bunların dışında hayatın her ânında; yeter ki tertemiz bir ağızla, hararetten kavrulmuş bir gönülle ve adeta bir aşk çağlayanını andıran gözyaşları ile hâlelensin. Muazzez Haremeyn’de, mübârek gün ve gecelerde, velâyeti âşikâr hasların ziyaretleri sırasında icabetin daha bereketli olduğu da hakikattir.

Duâ, ibadetin özüdür ve kullanılan kelimeler itibariyle de bir zikirdir. İslâm’ın en önemli ibadeti olan namaz duâ kavramıyla ifade edilmiştir. Esasen “namaz” anlamında kullanılan “salât” kelimesinin asıl mânası duâdır.

Duâ; zikir, tesbih, hamd, senâ, şükür, tevbe, istiğfar, istiâze gibi kavramların genel çerçevesini oluşturmaktadır. Beşer iktizası olarak bazen ihmal, bazen gaflet, bazen de hasmın husumeti yüzünden meydana gelen zorluklardan ve sıkıntılardan kurtulup sâhil-i selâmete erişebilmek ve kötülüklere maruz kalmamak için Allah’ı hatırlayıp aczi, güçsüzlüğü itiraf ederek O’ndan duâ ile yardım istemek çaredir.

Dua, nankörlüğe ve bencilliğe karşı çekilmiş bir settir. Ahvâl ve şeraitin darlığından kurtulma arzusunu, tevbe denilen pişmanlık ateşiyle temizlenmeyi, kalbi arındırmayı temin ederek, nimete ve rahatlığa kavuşma sevincini getir.

Duâ, kâinat kitabının okunmak suretiyle, tabiatın eşsiz nizamı ve güzelliği karşısında Hakk’ı müşahede sonucu hakikat karşısındaki hayret makamının samimi ifadesidir.

Duâ, ruhun bayram zamanlarındandır. İlâhî yardım talebi olduğu kadar, ruhun öteler ötesine bir nazarı, Hak’la bir/beraber olmanın kutlu demidir. Kalbin kanatlandığı, tâlibin ferahlandığı, acziyetin saklandığı, benliğin ve doyumsuzluğun paklandığı saadet ânıdır.

Duâ, insan zihnini berraklaştıran, düşünceyi aklaştıran, fizik ötesine kulaç attıran, huşû içinde yapılan bir temaşadır. Maddî olanın boyunduruğuna girip azat kabul etmez bir esaret hayatına mâni olan niyaz hâlidir. “Rabbim” diyen kula, Mevlâ-yı Müteâlin “kulum” deme şerefi ve bahtıdır.

Duâ, kelâma bürünmeden gönülden geçen sırlı kelimelerle yapılsa da, yönelenin Yöneldiğini düşünmesidir de.

Duâ ve ibadet, kâinatın harem dairesinde var kılınan insanın, hasret ve iştiyak içinde, irfan ve hikmet mektebinde aldığı derstir. Hâkim-i Mutlak’ın ve O’nun sonsuz azametinin karşısında bulunma şuuru ile gönül defterine yazılan bir yazıdır. Eserde müessiri seyrettiren ve O’na yönelmeyi temin eden uyarıcı, müjdeleyici ve kavuşturucudur.

Kamış, ney yapılmak üzere kamışlıktan kesilip yansın/pişsin diye gübreliğe atılır. Bir süre sonra, çıkarılıp temizlenir ve ateşle dağlanır. Böylelikle üzerinde ne kaldı ise arınıp sıyrılır. Bir ameliye ile ses vermeye hazır hâle getirilir. Nefes edilince de vatan-ı aslîsinden koparılmış olmanın feryadı içinde inler de inler. İşte duâ, dünyevî atıklarla gelen mâsivadan arınmak ve kemâl yolunda ilerlemek için, çıkıp gelinen esas yurda sefer sırasında çekilen çile ile yanarken dile gelip gülşene kalacak bir feryattır.

Duâ, sadece var zamanda değil dar zamanda da insana Allah’ı hatırda tutturur. Hesapçılara, fitne-bazlara, zihni küflenmiş hurafeler çöplüğüne dönmüş çağdaş ve gerici yobazlara karşı bir limandır.

Duâ, insanda imanın devamını sağlar ve hayatın yükünü hafifletir. Er meydanında sabrı ve tahammülü tâlim ettirir. Canlılara karşı merhamet duygusunu tahkim eder. İnsana değer kazandırır. Derin pişmanlık duyguları içinde kıvranmanın içinden çıkılmaz girdabına ve yaşanacak çöküntüye karşı direnç kazandırır. “Af dilemeye geldim, affa lâyık olamasam da” diyebilmenin safiyetine erdirdiği insanı, gufrana teveccüh ettirir.

Ariflerin; “Hak’tan gelen derd u elem, lütf-ı kerem” deyip iştiyakla sükûtîliği tercih etmeleri aşk hâlidir. Hep O’nunla olup, zikr-i küll’e ermeleri sonucu yaptıkları zikirleri de hamd makamında yaptıkları duâdan gayrı değildir.

Teslimiyet ve rızâ hâli olan duâ, aklını kullanmanın, meseleleri hâl yoluna koymanın, firaset sahibi olmanın, Hakk’a güvenmek demek olan tevekkülün ve sükûnetin yolunu açar. Aceleci olan insana, bütün yolların Allah’a çıktığını gösterir ve şahsiyeti tahkim eder. Doğru yoldan ve doğruluktan sapmaya mâni olur. Dünya ve ahiret dengesini hatırlatır ve unutulmayacak şekilde ezberletir. Tedbirin kuldan, takdirin Hudâ’dan olduğu şuuruna erdirir.

Duâ, dünya selâmetini, ahiret saadetini temin destanıdır. Tabibe başvuran hastaya mucizevî bir şifadır.

Duâ, tevbe ile arınmış ve mahlûk derecesinden kul makamına yükselmiş kişinin yapacağı bir nazlı niyazdır.

Duâ, vahdet sarayının âli kapısıdır. Açılması için acziyet şuuru ile yapılan bir arzdır. Arzhâlin Bâb-ı Âlîyi açabilmesinin anahtarı da salavât-ı şerifedir. Mutlaka Resûl-i Ekrem Efendimize tazim ve selâm bereketine başvurmak, kabulü temin bakımından gerekli ve geçerli en değerli şarttır.

Öyle ise bir nazlı niyaz için diyelim aşk ile Allah Allah: Hayırlar fethola. Şerler defola.

QOSHE - Pür-Nazlı Niyaz: Duâ - Burhanettin Kapusuzoğlu
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Pür-Nazlı Niyaz: Duâ

4 12
28.03.2024

Hakk’ın hayat verdiği varlık âlemi, akıl ve iradesini doğru kullanıp kullanmama keyfiyeti dolayısıyla, insan için bir imtihan meydanıdır. Vakıa, bu meydan özge meydandır. Sünnetullah denilen sebep ve sonuç bağlantısına göre, tercihlere göredir tecellîler. Bu noktada, imandan hemen sonra istikametin seyrini de belirleyecek azamette bir ihtiyaç olarak beliren en hayatî lâzıme duâdır. Hazreti Müsebbibü’l-Esbâbın mahlûkatı arasında kul olma şerefi ile serfiraz kıldığı insanın, Zât-ı Ulûhiyyet ile arasındaki bağın aşkın âteşin sıcaklığı ile daima taze tutulması için şarttır.

Duâ, kulluğun nişânesi bir ibadettir. Karşılığı icabet olan bu ibadet, bir nazlı niyaz ve aczi müdrik bir yakarıştır.

Duâ, bir tazimdir; Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını beyan ederek O’nun lütfunu dileme, seslenmek, istemek, çağırmak, davet etme, ibadet etme, yardıma çağırma, bir durumu arz etme, Allah’ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarına gelir.

Dua, kalbe huzur, rahat ve sükûnet veren, zihni ve maneviyatı güçlendiren bir ihtiyaç olan duâ, en büyük manevî huzur ve mutluluk vesilesidir. Kuluna şah damarından daha yakın olan Allah ile kurbiyetin tesisinde onsuz olunmaz bir karardadır. Başı sürur, sonu huzur olan bir nimettir.

Duâ, küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyazdır. Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve yardımını dilemesini ifade eden arz-ı hâldir. Hayır duâ da bedduâ da olsa aynıdır.

Duâ, Yaradan’la irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini temin eden, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir vasıtadır. Sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir manevî kurtuluş köprüsüdür. Mukaddes Kitâb-ı Kerîmin birinci ve yüz on dördüncü surelerinin esasen birer duâ olmaları ise, varlığın/hayatın duâda sırlandığının izharıdır.

Duâ, her zaman ve her yerde yapılır. Kudsiyetin hususi tecellilerine mazhar belli yerler ve zamanlarda bilhassa, bunların dışında hayatın her ânında; yeter ki tertemiz bir ağızla, hararetten kavrulmuş bir gönülle ve adeta bir aşk çağlayanını andıran gözyaşları ile hâlelensin. Muazzez Haremeyn’de, mübârek gün ve gecelerde, velâyeti âşikâr hasların........

© Maarifin Sesi


Get it on Google Play