Liderler akıllandı mı dersiniz?
1960’lı yıllar heyecanlıydı. Olumlu anlamda değil. Kâbus gibiydi de diyebiliriz. Birbirini yok edeceğini söyleyen iki kamp ve çekirdek silahları. Niçin harp etmiyorlardı? Çünkü biri, “Ben seni yok ederim!” dediğinde öbürü, “Ben seni iki defa yok ederim!” diyebiliyordu. Bir denge vardı: Dehşet dengesi. Buna daha fiyakalı bir ad da bulunmuştu: MAD. İngilizcede deli, çılgın, hatta kudurmuş anlamına gelen bu kelime aynı zamanda bir kısaltmaydı, Mutually Assured Destruction: Garantili Karşılıklı Tahrip.
İşte geçen yazımda yeni açıklanan istihbarat bilgilerine dayanarak anlattığım Küba Füze Krizi, bu dehşet dengesinin ha devrildi ha devrilecek denilen bir geçidiydi.
Palmiye ağaçlarının füze rampalarını gizleyeceğini söyleyen saçma, fakat Sovyet otoritelerinin hoşuna giden değerlendirme. Sonra bir kıtalararası balistik füze tümeninin Rusya’dan gemilere bindirilip Küba’ya doğru yola çıkışı. Buna “brinkmanship”diyorlar; uçurum kıyısında dans etmek. Canları istediği kadar dans etsinler etmesine de bir nükleer savaş yalnız savaşanları değil bütün dünyayı yaşanmaz kılabilirdi.
Gemiler yola çıktı. ABD’nin U2 casus uçakları çoktan Küba’da Rusların inşa ettiği füze rampalarını görmüş; konu, bırakın istihbaratı orduya, kamuoyuna bile yansımıştı. Personel ve mühimmat Atlantik üzerinden Küba’ya doğru yol alırken Başkan Kennedy’nin ne yapacağı merak ediliyordu. Küba’ya bombardıman uçakları ve füzelerle saldırıp rampaları tahrip mi edecekti? Bu basbayağı saldırganlık olurdu ve Küba’nın misilleme hakkı doğardı. Hiçbir şey yapmamak! O hiç........
© Karar
visit website