Allah’ı yok sayarak kuluna hak aramak…
Irmağın kıyısında bahçıvanlık yapan bir ihtiyar, ırmaktan bahçesindeki kuyunun içine ulaşan bir ark yapmış, kuyudan testisini dolduruyor, suyu arka döküyor ve bin bir güçlükle hiç kıymeti olmayan bir sonuç elde ediyordu. Durumu gören komşusu: ‘Günde yüz karık sulayabileceğin ve az bir meşakkatle daha çok sonuç alabileceğin bir alet var. Ondan yararlanmak istemez misin?’ diye sorar. Bahçıvan irkilir. Kafasını kaldırıp ona bir bakış fırlatır ve ‘Kim makineden yararlanırsa işlerini makine gibi yapar ve kim işlerini makine gibi yaparsa kalbi makineye dönüşür. Kimin kalbi makineleşirse masumiyetini yitirir. Kim masumiyetini yitirirse zihni sarsılır ve sarsılmış zihin yaratıcının rızasına uygun değildir. Bu işten habersiz değilim ama onu kullanmaktan hayâ ederim’ der.
Maalesef bu hikmetli amcamız gibi hayâ etmeyi beceremeyen modern dünya, büyük bir kargaşa ve kriz ortamında yaşıyor. Şahit olduğumuz savaşlar, katliamlar ve işkenceler katlanılamaz; tabiata ve insanlığa verilen zararlar ise geri dönülemez boyutlara ulaştı. Gözümüzün önünde yaşanan tüm bu zalimlikleri bir çırpıda nasıl geçiştiriyor, unutuyor, daha da kötüsü nasıl kanıksayabiliyoruz?
Sadece bir düğmeye basarak bütün insanlığı kitleler halinde katledip yok edebilecek silah teknolojileri bu çağda geliştirildi. Bu teknolojiler Batı medeniyetinin insanlığa sunduğu büyük bir ‘armağan!’ Batı, daha yaşanabilir bir dünya vaadi ile ürettiği teknolojik alet ve araçları; insanlığın, gezegenimizin ve tabiatın yok olmasına yol açabilecek kadar ürkütücü saldırganlık ve cinayet araçlarına dönüştürdü. Seküler akıl, ‘teknolojik bir benliğe’ dönüşerek acı bir şekilde akıl tutulmasına kapıldı. Bu araçsal aklın her şeyi açıklayabilir olma iddiasıyla insan, salt dünyayla sınırlı bir hayat tasavvuruna indirgendi.
İnsan; ‘Tanrı’ya, kâinata ve tabiata ait bir varlık’ olarak kabul edilirken, insanlığın bu ortak medeniyet tecrübesi tepetaklak edildi. Artık ‘Tanrı’ya, kâinata ve tabiata hâkim bir varlık’ olarak konumlanmaya başlanmıştı insan. Kendi kaderini kendi ellerine alma iddiasıyla, Tanrı ile irtibatı koparıldı ve insan merkezli bir dünya tasavvuruna hapsedildi.
Oysa insan tabiatın bir parçasıydı. Tabiatla yoldaş ve soydaştı. Kendisine verilen emanet gereği kendisi dışındaki varlıklara müdahalenin kendi tabiatına, masumiyetine ve fıtratına müdahaleyle sonuçlanacağını çok iyi biliyorlardı. Çıkarcı ve çatışmacı salt pratik bilgiye itibar etmemeli, bu bilginin doğuracağı tehlikeleri öngörebilmeliydi. Kısaca ihtiyar bahçıvan amcanın hikmetine sahip çıkmalıydı.
Bugün dünyanın yaşanılamaz bir yer hâline gelmesinin, gezegenimizin ve bütün insanlığın geleceğinin tehlikeye girmesinin nedeni; ‘İnsanı, her şeyin ölçüsü ve ölçütü’ kabul ederek tanrısallaştıran araçsal akıldır. Bu seküler akıl; dünyada ahlaki çöküşe, sosyal ve kültürel çözülmeye, ekonomik ve siyasi yozlaşmalara sebep oldu. Bugün dünyada yaşanan yerel, bölgesel ve küresel tüm savaşlar, çatışmalar, cinayetler ve insan hakları ihlâlleri bu egemen kültürün bir ürünüdür.
İnsanlığın; insan türünü, tabiatı ve gezegenimizi yok edebilecek kadar büyük kargaşaların, felaketlerin, savaşların, adaletsizliklerin, hak-hukuk ihlallerinin, yepyeni ve derinlemesine nüfuz eden yeni-sömürü biçimlerinin eşiğine nasıl, hangi süreçlerden geçerek geldiğini düşünmek zorundayız. Belki o zaman daha esaslı, muhkem ve güvenilir çıkarımlarda bulunabilir, daha kalıcı çözüm önerileri geliştirebiliriz.
Bugün insanlık, başka kültürlere kendileri olarak var olma hakkı tanımayan, Batı’nın ürettiği bir bunalımı yaşıyor. Batı, kendi ürettiği ve tabi önce kendi yaşadığı bu bunalımı küreselleştiriyor........
© Haksöz
visit website