Kadere bakışın, peygamber tasavvurunu belirler (2)
Şahit olunan, Kainat ve insan ile ilgili hadiseler, peygamberimizin açıkladığı Kur'ani bir bakış açısıyla okunmadığında, farzların uygulanabilmesi için Resulullah'a Kuran dışı bir vahyin verildiğini işaret eden ayetleri defalarca okudukları halde, aşağıda bahsedeceğimiz kendilerinde oluşmuş, bozuk bir kader inancı ile yine de bu ilahi takdire teslim olunamamaktadır. Reformcu kimselerin, farzlarla ilgili Kur'an dışı vahyin olduğu hususunda ayetlerde yer alan soyut ilahi takdire hakkıyla boyun eğmeyip, teslim olamamalarının sebebi olan somut bir hayatı doğru okuyamamalarıyla ilgili bazı tespitleri dile getirmeye çalışalım...
Zelzele, sel, her çeşit hastalıkla ilgili musibetlerin insanların günahlarıyla ilişkilendirilmesi, Kur'an'da yer alan bazı ayetler üzerinde görüldüğü halde, bu durum reformcuların hoşuna gitmemektedir. Hud suresi 52. Ayette, günahlarından istiğfar (dua) ile yağmurların yağabileceğini bize öğreten bir ayetin tefsirini okudukları halde bu hakikat bile reformcu kalplerin onayından geçememektedir.
Reformcu bu kimseler tarafından, insanların günahlardan dolayı bu dünyada ilahi cezanın olmadığı, ilahi cezanın yalnızca ahirette olacağı savunulmaktadır. İlahi ceza ile helak olan kavimlerin yaşadıkları yerler günümüze kadar ulaşmış olup, buna da şahit oldukları halde, insanlara günahlarının kefarreti olarak ilahi cezanın günlük hayat içerisinde olabileceği kabul görmemektedir. Yağmurun dua ile yağabileceğini kabul edemeyen reformcu, yağmurun çokça yağdırılarak, sel ile musibet veya ilahi ceza verilebileceğini de elbette kabul edememektedir.
Evrendeki kanunların işleyişi, "salt dua ile lütfa dönüşmez" inancı, insanlar günah işlediği halde evrendeki herhangi bir nedensellik, ilahi bir müdahaleyle insanlara ilişmez düşüncesine sebebiyet verdiğinden, Allah korkusunun olduğu bir inancı rafa kaldırıp, hümanist bir Allah inancı oluşturulmuş oldu. Bu tür bir kainat okumasıyla insanın kainattaki nedenselliğe, akıl ve iradesine emanet edildiği zannıyla bir kader anlayışı oluşarak, Kur'an'daki ayetler ve sünnetle ilgili ilahi takdir inancı, akıl ve iradeleriyle uydurdukları pek çok batıl görüşe ve yoruma kurban edildi.
Bir istisna belirtmeden, "insanoğlu her istediğini başarabilir" cümlesi bazı reformcu ve modernist alimler tarafından açık açık söylenmeye başlandı. Bu tür bir anlayış, "ben istersem Kur'an'ı da hakkıyla ilahi muradı asla ıskalamadan anlarım" itikadına neden oldu. Yanında çok sevdiği ve ilmine somut olarak şahid olduğu bir alim olsada, "bu sevdiğim alime bile ihtiyacım olmadan Kur'an'ı ilahi murada göre hakkıyla anlarım" gibi bir itikada sahip birileri, müstağni bir şekilde korkusuzca bu anlayışı uydurdu. Çünkü evrendeki kanunların işleyişi ve hayatın içindeki hadiselerin ilahi takdir ile ona fayda sağlayıp veya zarara uğratabileceği zan diye görüldüğünden, ilahi takdirin imkanlar oluşturarak veya imkanları kısıtlayarak kişinin sorumluluk alanıyla temasa geçebileceği hakikatine, insan iradesi kutsandığından dolayı bir türlü teslim olunamadı.
"Değişebilen adetullah" ile "değişmeyen sünnetullah" kavramının birbirinden ayrıldığı noktalar bilinmediğinden, "Sünnetullah değişmez" inancı, materyalist ve determinist anlayıştan etkilendi ve bozuk bir takdir-i ilahi inancı oluştu. İlahi takdir (bilerek, yaratma) inancı da bu şekilde bozulunca pek çok şey, zorunlu olarak nedenselliğe bağlanmaya başlandı. İlahi takdirin çok bariz görülebildiği ölümün gerçekleşmesi hadisesinde bile ölümün, bazen tedbirsizlik ve şer yüzünden olduğu bahane edilerek, ilahi takdir bağlamından önemli ölçüde koparılmasıyla, büyük ölçüde nedenselliğe bağlanmaya başlandı.
Ölüm meselesinde olduğu gibi insanı ilgilendiren pek çok hadisedeki ilahi takdir, insanın yalnızca akıl, irade ve kainattaki nedenselliğe emanet edildiği zannıyla açıklanmaya başlandı. Bu itikadi gözlük ile vahyin hayattaki karşılığı olan korunmuş yaşayan sünneti teyit eden binlerce hadis-i şerifin bize ulaşmasında rol alan nedenselliğe bizzat şahit olamamasından ötürü bu kişiler, bu konuyla ilgili ilahi takdiri denklem dışına çıkarmaktadır.
Yaşayan sünneti teyit eden hadis-i şeriflerin hak olduğunu, Kur'an'daki ayetler ile ispat edebilseydiniz bile, ilahi takdire teslim olamamış bu müstağni düşünce, "yaşayan sünnet ve bu sünneti teyit eden hadis-i şeriflerin hak olduğunun, vahiyle ispatlanmış olunmasına hiçbir ihtiyacım yok ki, ben Kur'an'ı zaten tek başıma anlıyorum" diyecekti… Çünkü siyeri, dini hükümlerin hayattaki somut karşılığını, Resulullah'a indirilmiş hikmeti, Kur'an'daki ayetler üzerinden ilahi murada göre tek başına çıkarımlar yaparak, eksiksiz bir biçimde öğrenebileceğine inandığını, açıkça dile getirmektedir.
Bu bozuk itikadın asıl sebebini biraz daha anlamaya çalışalım… Tedbir almayan yöneticilerden dolayı hacda ölenler olduğunda, tedbirsizlikte rol alan yöneticilerin, tepkilerden kendilerini korumak için tedbirsizliklerinin hiç etkisi yokmuş gibi, bu şerlerini sadece takdir-i ilahiye (bilinerek yaratılmasına) bağlamalarını haklı olarak eleştirebiliriz. Lakin şerleriyle ilgili iradelerinin hiç etkisi yokmuş gibi takdir-i ilahiyi (bilinerek yaratılmasını) bahane eden bu yöneticileri, şerle ilgili takdir-i ilahinin (bilinerek, yaratmanın) hiç olmadığı zannıyla eleştiren reformcu kimseler, aslında bunu, sünneti reddetmelerine neden olan şu bozuk itikadlarından........
© Haber Gündemim
visit website