menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kürt seçmen: Birlik-Ayrılık Bağlamında Nasıl Okunmalı?

27 1
17.04.2024

31 Mart Yerel Seçimleri, Türkiye siyasetindeki bir gerçeği yeniden hatırlattı: Kürt seçmenin desteğini almadan Türkiye’de iktidar olmak ve istikrarı sürdürmek mümkün değil.

İfade, yaygın ön yargı ve algıların etkisinde okunduğunda ağır gelebilir. Lâkin 1950’den bu yana yetmiş dört yıllık serbest seçimler tarihi, bu gerçeği bas bas bağırmaktadır.

Türkiye siyasetinde “Kürt” demenin çoğu zaman bir bedeli vardır. Kürtlerin sizi anlamama, anlamak istememe, anlasa dahi sizi dikkate almama ihtimali hep güçlüdür. Kürt olmayanlarda ise “Kürt” demekle “ayrılık” talep etmek, eş anlamlı algılatılmış, bu yönde aşılması kolay olmayan bir bariyer oluşturulmuştur.

Türkiye siyasetini okumada birbiri ile ilgili iki yanlış vardır: 1. Türk milliyetçiliği iddiasındaki herkesin vatansever ve millî olduğu 2. Kürtlükten söz eden herkesin ayrılık talep ettiği, talep edenlere meylinin olduğu ve dış güçlerle ilişkili olma ihtimalinin bulunduğu.

İlkini daha önceki farklı analizlerde; ikincisini ise İslam tarihi açısından, “Kürt Aklını Anlamak” başlıklı kapsamlı analizler dizisinde değerlendirdim. Bu analizde yine ikinci hususu; ama bu kez Türkiye siyasetinin yetmiş dört yılı açısından irdeleyeceğim. “Kürt seçmen ayrılıktan yana mı?” sorusuna cevap vermeye çalışacağım.

Analizde sıklıkla kullanacağım “sistem” kavramını uluslararası sistem ve o sistemin ulusal/iç uzantıları bileşenlerini kast ettiğimi özellikle ifade etmek isterim.

“KÜRT” DEMEK BARİYERİNİ AŞMAK

1950’de Adnan Menderes’in CHP’ye karşı seçimleri kazanmasının bir sırrı da bütün Türkiye’ye hitap edip siyasi bir birlik oluşturabilmesindedir.

Türkiye siyasetini 1960 İhtilali sonrası kurumları üzerinden dizayn edenler, bu gerçeği gördüler. İhtilalle ihdas edilen sistemin kurumları, Kürtlükten söz etme hakkını, hem İttihatçı/Türkçü kökenleri hem 1930’lu yılların Alman siyasetinin etkisiyle derin bir ırkçılığa sürüklenmiş Kemalist Sol’a bıraktılar. Böylece meseleyi en ırkçı yapıya havale ederek sistem adına sağlam bir “garantörlük” oluşturdular. Buna karşı sistemin ilkelerine tabi olmamakla ırkçılığa uzak Sağ’da ve İslâmî kesimlerde “Kürt”lükle “ayrılık” arasında doğrudan ilişki kuran bir algı, onu da aşarak bir fobi oluşturdular. Daha doğrusu bu kesimlerin köklerinden gelen “ayrılık/bölünme” fobisini tamamen Kürtlüğe yönelttiler.

Öyle ki sisteme adapte olmamış Sağcı bir siyasetçinin veya İslâmî kesimden birinin yanında “Kürt” dediğinizde onda hemen “ayrılık/bölünme” fobisi harekete geçti. O fobiden gelen bir tepkisellikle onun yanında meseleyi hiçbir şekilde fayda verecek bir kapsamda konuşamadınız.

Ne de olsa Müslümanlar (bu millet) tarih boyunca ne çekmişse ayrılıktan/bölünmekten çekmişti. Şimdi “Kürt” deyip bir daha mı bölüneceğiz, işte asıl o zaman müstemlekeye dönüşürüz. Tepki budur ve eğer her “Kürt” diyen ayrılıktan yana ise bu tepki yabana atılamaz. Ama meselenin hakikatinde sistem, kendisini bir tarafın ırkçılığı, diğer tarafın “ayrılık/bölünme” fobisi üzerinden garantiye almıştır. Hedef ise, Türkiye’de yeniden “büyük devlet” nüvesinin (büyük devlet çekirdek yapısının) oluşmamasıdır.

Sağ siyaset hatta İslâmî siyaset, bu fobiyi her aşmaya çalıştığında önce milliyetçi yapıların saldırılarına uğradı, sonra onlara doğru itildi, bu itişle baş edemediğinde ise yaralandı ve büyük devlet nüvesi oluşturma hedefinden uzaklaştı. Neticede sistem, bundan kârlı çıktı.

Söz konusu fobiyi ilk aşmaya çalışan Necmettin Erbakan’dır. Ama o da 12 Eylül’den önce Milliyetçi Cephe (MC) içinde yer aldığında o dönemde güçlü antikomünizme rağmen partisi Milli Selamet Partisi (MSP); Kürtler arasında irtifa kaybetti. 12 Eylül’den sonra bu fobiyi daha güçlü bir vurguyla aşmaya çalıştığında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile ittifaka zorlandı ve yolculuğuna Kürt seçmen açısından engelli ve yaralı devam etti. Refah Partisi (RP) ancak MHP 28 Şubat cephesine geçtiğinde, yeniden Kürt seçmenin desteğini aldı ve iktidar yoluna girdi.

Recep Tayyip Erdoğan da Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) kurduğunda bu fobiyi elinin tersiyle itti ve Türkiye’nin genel dindar seçmeninin yanında güçlü bir........

© Doğruhaber


Get it on Google Play