menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Portreler/Kazım Karabekir Paşa-III

20 0
09.05.2024

Paşa’nın Kurtuluş Savaşı’nda yaptıklarını anlattığı kitaplarının yasaklanması hatta kireç odalarında yakılması izahta zorlanacağımız bir hadise. Cumhuriyetin ilanı üzerinden on yıl geçmiş olmasına rağmen maruz kaldığı muamele anlaşılır gibi değil. O dönemde yeni bir devletin kurulmasında emeği geçen Rauf Orbay’ın, Refet Bele’nin, Ali Fuat Cebesoy’un ve daha başkalarının da benzer uygulamalara tabi olduklarını biliyoruz. Anlaşılan “Boliva iki kişiyi çekmez” hikâyesi geçerliliğini korumaktadır.

Paşa’nın niçin milli mücadele dönemi ile ilgili kitap yazmaya ihtiyaç duyduğu sorusuyla girizgâh yapalım. Yıl 1933…

“Birkaç gün bütün gazeteleri takip ettim. Hiç ses çıkmıyor. “Milliyet” sarhoşluğunda devam ediyor. Yalan yanlış bütün muhaliflere çatıyor. Artık bu yalanları kökünden kesmek için kimsenin şu veya bu mütalaasına ehemmiyet vermeyerek hakkımı ve şerefimi, daha doğrusu milletin malı olan İstiklal Harbi’nin kutsiyetini müdafaaya karar verdim. Neticenin birçok elemli gün doğuracağını kestirdim, fakat susmak artık ebediyen şerefsiz ölmek demekti. Bütün ailem, refikam, çocuklarım, yakınlarım, sevenlerim daha sonra bütün ordu ve millet gözümün önünde canlandı. Şerefsiz yaşamak ne bana ve ne de refikam ve çocuklarıma layık değildi. Bunun için neye mal olursa olsun, pek çetin bir savaşa girmeye karar verdim ve aşağıdaki mektubu yazdım. Milliyet Gazetesine gönderdim. Bu mektup İstiklal Harbi’nin bir hakikat güneşiydi. Karanlıkta öten kuşları çıldırtacaktı. Onların yırtıcı pençelerine karşı benim elimde hakikat nuru vardı. Vuruşmaya hazırdım, hem de daimi zaferle. Çünkü karşıki cephe ne kadar kalabalık olursa olsun, hakikatin delici nurları karşısında yüksekten bakamayacaklardı. Belki sonunda hayatıma kıyacaklardı. Bence buda en son zaferim olacaktı.”[1]

Karabekir, bu yazıdan sonra meydana atılır. Milliyet Gazetesi’nde değişik zamanlarda yazılar yazmaya başlar. Yazılar epey müddet devam eder. Ta ki son yazıları gazetenin genel müdürlüğünce uygun görülmeyinceye denk. Zira son yazılarında bam teline dokunulan mevzular vardır. Esasen yazmaya yazılarının yasaklanmasından sonra başladığını söyleyemeyiz. Zira Paşa, yaşadığı her günü ve olayları günlüğüne not etmesinden dolayıdır ki yazılarını hemencecik kitap formatına dökebilmiştir. Yazdıkları sansüre uğrayınca yahut da yasaklanınca Paşa, çareyi 1933 yılının Haziran ayında tüm yazdıklarını anlattığı “İstiklal Harbi’nin Esasları” başlığı altında kitaplaştırmakta bulur. Kitabı Sinan Matbaası basacaktır.

“Kitap tam dağıtıma çıkacağı sırada toplatıldı. Yeşilköy yolundaki kireç ocaklarında yakıldı. Ardından paşanın Erenköy’deki köşkü sabaha karşı basılarak arandı ve 95 adet dosyası alınarak götürüldü. Ancak hatıra ve belgelerin asıllarını ellerine geçiremediler. Aradan uzun yıllar geçti ve 1950’de Halk Partisi’nin seçimleri kaybederek iktidardan ayrılmasından sonra Sinan Omur 1951’de bu kitabı yayınlayabildi. Fakat 1933’de yakılan kitapla beraber yok olan formlar 1951 basımında da yoktur. Daha sonra bazı kişiler aynı eseri değişik yollardan bastılar. Bunların hepsinde de son kısım yoktur. Şimdi elinizde bulunan bu son baskı, yazıldığından 57 sene sonra ele geçirilemeyen Paşa’nın el yazısı orijinallerinden tamamlanarak eksiksiz olarak okuyucuya sunulmuştur.”[2]

Paşa’nın kitaplarının yakılması ile ilgili bazı detaylara biraz yoğunlaşalım.

“İki itfaiye kamyonu ile Sinan’ın matbaasına geliyorlar. Beraberlerinde birkaç da sivil polis var. Bu gizli pençe matbaaya girer girmez mürettiplerin başlarına revolverleri dayıyorlar ve kitapları kamyonlara yükletiyorlar. Bir aralık mahalle bekçisi bunları görüyor, mani olmaktan korkuyor, emniyet müdürlüğüne koşup haber veriyor. Fakat oradan şu cevabı alıyor: ‘Haberimiz var, sen oralarda gezinme…’ Bekçi, aklının bir türlü eremediği bu garip soygunu uzaklardan seyrediyor. Eserler kâmilen kamyonlara doldurulunca Kılınç Ali mürettiplerinin ellerine bol bol para tutuşturuyor ve bir kimseye söylerse hayatlarına mal olacağını da ekliyor… Şimdi bir mesele kalıyor. Nerede yakılacak?… İmha ameliyesi tamamlanmazsa İstanbul işi çabuk duyar, belki halk seyrine toplanır. Hatta birçok nüshalar henüz yakılmamış bulunduğundan şunun bunun eline geçebilir. Şu halde çek Bomanti’ye… Emri veriliyor. Bunun ocakları büyüktür, bir anda üç bin kitabı yutar, hazmeder âlâ… Fakat buraya gelince şafak sökmektedir, bu da olmadı. Kılınç Ali, Aziz Şehrimini’ne soruyor. Ne yapacağız? Şehrin cinayete müsait yerlerini bilmek ve bulmak vazifesi olan bu adam diyor ki ‘ Silahdarağa üzerinden Bakırköy kireç odalarına… Gündüz de orada bu iş yapılabilir. ‘Yamansın be Aziz… Çek Silahdarağa üzerinden Bakırköye’ Kitaplar orada kireç ocağına doldurulup yakılıyor… İstikbal........

© dibace.net


Get it on Google Play