Niyet ve Akıbet
Sizin de sabaha gözlerinizi bir şarkıyla açıp gün boyu onunla dolaştığınız olmuştur. Seçimlerden bu yana, yerelde kazanılan başarının açtığı geniş fırsat alanında doğru adımlarla halkçı, ilerici proje ve uygulamaların yaratabileceği değişimin heyecanıyla ve umutla bakmaya çalışsam da üst üste yapılan hatalar, gaflar canımı sıkıyor. Popülizmin ve kendi konuşmasının heyecanına kapılan siyasetçilerin, vadettikleriyle çelişen, tutarsız eylem ve açıklamaları daha önce bu köşeden defaten seslendirdiğim ideoloji ve anlayış değişimi olmadıkça gerçek bir değişim beklemenin yersizliğiyle bütünleşiyor. Bir süredir kendime bile dillendirmekten kaçındığım yanılsama zihnimi meşgul ettiğinden olsa gerek bu sabah uyandığımda şarkı dilimdeydi. “Niyet neydi akıbet ne oldu bak!”
Dillerde bir normalleşme, yumuşama söylemi ve buna paralel olarak gündemde yan yana pozlar, “istikşafi” olsun olmasın makama bağlı “nezaketli” görüşmeler var. Seçim sonuçlarıyla birlikte toplumun bir kesiminde yükselen umudun yanına yakışacağı düşünülerek yerleştirilen özlediğimiz görüntüyü veren barış içinde medeni iletişim ve çözüm adımları atılıyor. Tablo pek güzel de peki gerçekler nasıl? Konu yine belleksiz topluma geliyor. Hafızamızı şöyle bir tazeleyecek olursak, iktidarı ele geçirme yolculuğunda ve sonrasında tahtın sallandığı her dönemeçte Erdoğan’ın, gündeminin başköşesine yerleşen ve kullanışlı aydınlar tarafından da destek alarak iş gören (!), döneme göre adı değişen hamlelerini hatırlamalıyız. Alevi açılımı, Kürt Açılımı, Çözüm Süreci, Özgürlükçü/Modern Anayasa… Muhalefetin programında iyi niyetli olduğuna inanmak istediğimiz yanılsamalar, oyalanmalar da listede istikşafi görüşmeler, helalleşme, yumuşama, normalleşme başlıklarıyla yer alabilir. Bu hamleler yapılırken de özellikle muhalefetin diline taşınan iktidarın yerleştirmek istediği milliyetçi, gerici, dinci kodlar dikkat çekiyor.
Son gündem konusundan başlayalım. Özgür Özel’in Arapça tabelalarla ilgili çıkışı yabancılara karşı körüklenen ayrımcılığın önlenmesi, ‘ana dil hakkı’ gibi pencerelerden bakıldığında anlamlı ve gerekli görülebilir. Ama bu bilinci oluşturmak istiyorsak ve samimiysek başlamamız gereken yer tabelalar mıdır? Yoksa açıkça yabancı düşmanlığı yapan hatta hızını alamayıp kentinde billboard’lar giydirerek yabancıları kovan, onlara “varlık vergisi” getiren, evlenebilmelerini adeta haraca bağlayan belediye başkanlarının eylemleriyle mi ilgili olmalıdır? Bu konuda açık ara nefret söylemiyle tanınan Bolu Belediye Başkanı’nı partiye yeniden davet ederken bir uyarı yapılmış ve mutabakat sağlanmış gibi de durmuyor değil mi? Arapça tabelalarla ilgili açıklama yapanlardan biri Beyoğlu Belediye Başkanımız İnan Güney olmuştu. “Doğrusu ben bütün tabelalar kendi dilimizde olsun isterim” diyen başkan hem kent sakinlerinin görüşüne başvuracağını hem de kimseyi incitmeyecek şekilde adım atacağını söylemişti. Çıkış noktası bence çok önemli. İktidarın kimliksizleştirme politikalarının esiri olmadan, kimseyi ayrıştırmadan, “gaddar belediye başkanı” konumuna düşmeden Beyoğlu’nu hem yaşam hem turizm adına kendi kimliği ve dokusuna kavuşturmak; olması gerekeni nedenleriyle açıklayarak ama iktidarın hedefinde olmaktan çekinmeden oldukça cesur bir kararlılıkla ve samimiyetle adım atmak doğru bir tutum. Pera’nın zarafeti, kıymetli mekânları çoktan yok oldu. Direnen Panter Kırtasiye gibi birkaç dükkânı saymazsak bugün Dubai alışveriş merkezinde ve beton çölünde gezer gibiyiz. Bu söyleneni örnek alırsak; kuranın diline saygısızlıkla ilgisi olmadığı gibi; tatlıcı, nargileci, parfümcü alınlıklarında Türkçe kalmamış olduğunu düşünürsek, temelinde kendi kültürümüze saygı olduğu çok açık. Kimse Türkçe bilmeyene Arapça........
© Birgün
visit website